Etem Aydın Mektupları

Kendileri İle Bir Arada Bulunma Fırsatı Olmamakla Beraber Bir Duyarlı Aydın Olarak Çalışmalarımı İzleyen ve Zaman Zaman Tarafıma Uyarı ve Övgülerde Bulunan Ünlü Ressam, Rahmetli Etem AYDIN'ın Mektuplarını Yayınlamaktan Şeref Duyuyorum..

SAYIN HİLMİ DULKADİR

27 Haziran 2000
    Bir dinazor, bir kelaynak, nedense saygın medyanın dilinde uzun süre dalgalandı durdu.
    Benim anlayabildiğim kadarıyla, çağlar içinde, iriliği ile ünlenmiş sanal bir yaratıktır dinazor. Nitelikten yoksun.
    Yine yaşanan yakın zamanlar içinde soyu azalmaya yüztutmuş bir garip kuştur kelaynak. Yine nitelikten yoksun.
    Bu çıkarmam doğruysa, bu denli kavi, direngen oluşlarında nitelik olgusu tümcemizin neresine sığacak? Yani Ethem sana dinazor deyesi...!!!
    Kızmadan, incinmeden beni dinle, yanlışım olursa bağışlamanı umarım.:
    1985-86 da, Mut'un Çınar altında, pıprıl pırıl, gencecik, uzunca boylu, gösterişten uzak, yepyeni projeleri olan bir beyle tanışmıştım.
    Onu, 1987'de Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğünde "İçel Kültürü" dergisinin ilk sayısının coşkusu; onu bekleyen gerçek, bana göre dağlarca sorunları, Donkişot örneği, değirmenlerle savaşa aşarak, işte milenyum'a gelindi..! Buna evet mi, hayır mı?
    Kahramanı, övgülerden, bencil sevgilerden soyutlayarak, gerçekçi yargıya varabilmek için, bir ciltten onikiye, onüç ciltten yirmidörde, yirmibeş ciltten otuzaltıya kadar satır satır okumam gerekmiş. Seve seve, soluk soluğa okuyorum.
Aynı parkurda koşan, aynı sorumluluklarla yükümlüler arasında, Hilmi Dulkadir bana çok çarpıcı geldi.! Çok farklı bir benzetide bulunabilmek için; çağlar ötesi, ulaşılmaz bir isim buldum .
    Sonra düşündüm ki, dinazor yaşamıyor. Yaşayan bir ucube ararken aklıma kelaynak  geldi. Deyesi değil dedi.
Genelde övgüler, yaratılışı eksikli kişileri yere vurmak için kullanılır. Ama Hilmi, edimlerin beşiğinde volta vururken, sessiz ve derinden, güvenli adımlarla yürümeyi nice nice deyimlerle yürürken, bu övgülerin besleyici olacağını düşünüyorum.
Mut doğumlu birisi olarak, bu övgüyü yazmayı, ödenmesi gerekli bir borç biliyorum.
    Yazıma değin iki de, halk yaratısı sunuyorum:
    Peygamberler, ırmak kenarında balık avlıyorlarmış, bol bol koca koca balık tutuyorlarken; ırmağın yukarısında, çavlak bir yerde, Tanrıyı da balık avlarken görüyorlar, ama hiç balık vurmuyor oltasına. Peygamberler mahçup mahçup düşünürlerken, birimiz gidip kendine haber verelim, orası akıntılı biraz aşağı veya yukarıda oltasını ırmağa atsın diye konuşurlar. Biri gidip haber verir, tanrı yerini değiştirir. Oltasını ırmağa atar atmaz koca bir balık oltaya vurur ve ALLLAH ALLAH diye bağırır.!
Eskiden herkes at beslerdi. Atın iyisi, kullanışlısı rahvan olanı idi. Üzerine binildiğinde hızlı gider ve terlemez, yorulmaz, üzerinde kahve içilir, deye övülürdü. Buna anadan doğma Rahvan denirdi.
    Tay biraz büyüyünce, iki yan ayağına köstek vurulur, uzun süre böyle kullanılırdı, o da rahvan gözükürdü. Ama üstündekini yorar, kendi terler perişan olurdu. Ona da sonradan olma rahvan denirdi.
    Alıp satılırken sorulurdu, anadan doğma mı?, Sonradan olma mı??? Saygılar sevgiler

SEVGİLİ HİLMİ
13 Haziran 1996
            DEMEKKİ İNSAN DOĞUŞTA SIRADANDIR. SONRA VARLIĞIN KATMANLARI İÇİNDE ÖZ ANLAŞILMAZ ÖLÇÜDE BÜYÜMEĞE BAŞLIYOR. TÜRKİYE GENELİNDE YÜZON YAPIT ANIT DİKEN, JAPONYA’DA, FRANSA’DA ÜNLENEN ALMANYA’DA İSİMLENEN (HÜSEYİN GEZER) OLUYOR. ÖĞRETMENLİĞE BAŞLADIĞI GÜNDEN BU GÜNE DEĞİN, KÜLTÜR DEĞERLERİNE, ETİĞE GÖNÜL VERMİŞ, AMANSIZ ESİNTİLERE KARŞIN, İNSANIMIZIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ SABIRLA BELGELEMEĞE GÖNÜL VERMİŞ, (HİLMİ DULKADİR) OLUYOR, DOĞAN ATLAY OLUYOR, SITKI SOYLU OLUYOR. BUNLARI ALMAĞA İRDELEMEĞE AKLIM YETMİYOR NEDEN, NİÇİNLER BAŞIMA ÜŞÜŞÜYOR!
            Kara bir bulut oluşuyor, ama ta uzaklar sizlerle ışıklı aydınlık! ONU DA GÖRÜYOR VEYA DUYUMSUYORUM.
            DEĞER YARGILARININ BU DENLİ KARAMBOLDA OLDUĞU GÜNÜMÜZDE SANIRIM BU YAZIYA BENİM DE SİZİN DE GERDERGİLERİNİ OKURKEN, SENİ DÜŞÜNDÜM, BİR AN.! DUYGULANDIM BUNLARI YAZDIM.EKSİNİMİMİZ VAR.
            DENZE AT BİR BİLEN OLUR ÖRNEĞİ…
..................
ETHEM AYDIN
 
 
HİLMİ BEY DOSTUM

20 Ağustos1994
    Zaman sevişme vaktidir. Akıllı ol Ethem dedim. Sözümde durarak size bir özür dileme betisi yazıyorum.
    Eğer ilginizi çekmişse, size hep yazmak isterim ve yazarım da, siz hiç yanıt vermeseniz bile... Emek verdiğiniz, ömür koyduğunuz işin özünü ve nedenli önemli ve netameli olduğunu biliyorum, siz aslında bir Don Kişotsunuz. Ülkeyi, geçmişini, geleceğini seven kişiler, ya azaldı, ya bitti, yahutta gözlerine perde indi, basiretleri bağlandı. Biz sanatla uğraşanlar, konumları gereği geçmişte, günde ve yarında gezinen canlılardır. Toplum bunları hep dışlar, zira oturuşkun bilim düzenine, kerat cetveline uyumları olmaz. Bütün bunları bilerek, inanarak sizi seviyorum, hiç de karşılık beklemem.
    Bu yukardan beri anlattığım gerçekler gereği, karınca kararınca yardımcı olmak görevimizdir. Dergiye bir kapak hazırladım. Eğer beğenirsen ki, ben beğeniyorum, derginin içeriğine uyan bir sayısında basılırsa sevinirim. Yine eğer onaylarsanız, kapakta basılmasını, bu size yolladığım renkli fotokopi gibi yapabilirsiniz, Adana'da var.
    Gerçek nedenlerle olamaz derseniz, sepiye yani kırmızıya kaçar kahverengi üzerine basılsın.
    Gelelim sizdeki mektuplara. Onların bazılarından, sizinle olan hoş beş sohbet bölümleri çıkarsa, sanırım kültür ağırlıklı vasat ve beğenilen bir yazı olur. Böyle birkaç tane olacak. Dahası, istenirse yenilerini de üretebilirim. Diyeceğim yanındayım. Size sağlıklar diler öperim. Fikirleriniz için bir alo derseniz iyi olur.


HİLMİ BEY DOSTUM
   9 Ağustos1994
İnanıyorum, büyük bir sorumluluk altındasınız, dahası Türkiye genelinde bir emsali bulunmayacak kadar çalışkan ve de başarılısınız. Başrınızın sürdürülmesi için size sağlık dilerim, Tanrı yardımcınız olsun. Amin.
Mektubunuzda öğrencisine vereceği notu kararlaştıramamış bir öğretmen havası var.
    Sizinle azınsınamayacak bir geçmişimiz oluştu sanıyordum, her karşılaştığımızda da, iltifatlar yağdırmanıza karşın, ikircimliliğinizi sezinlerim. Bundan neden olsa gerek, hala ismimi bile yanlış yazıyorsun. E T H E M..
    Kendimi biraz olsun anlatmak gereğini duydum, hızlı vasıtaya binmeyi sevmem, mümkünse yürürüm veya eşekle seyahat ederim.
    Yavaş yavaş yürür, doğayı herkesin gördüğünden ayrıcalıklı, detaylı özümlerim, olayları da öyle. Programları bağlayıcı, kısıtlayıcı bulurum. İstediğim zaman, istediğim olay veya obje üzerinde zaman yitirmekten korkmam. Bilimlerin hepsini ayrıcalıksız severim ve ilgi duyarım. Seçtiğim dal gereği bütün ilimlerle iletişim kurarım, belli ve kendime görece bir felsefem olmuştur. Felsefeme saygılıyım, bohem yapılıyım, ayağımı topraktan kesmemeye çaba veririm, bundan sebep çevrem bana zor insan der. Seranomiler benim için bir işkence olur. Size garip gelecek ama, ilgi alanım içinde başkalarının söz sahibi olmasını istemem. Onun için herhangi bir yarışmada beni bulamazsınız. Bildiğimi çok iyi bildiğime inanır ve öyle sanırım.
    İradem izin verdiği oranda sıradan vatandaş gibi olmaya, davranmaya, aşağılık duygusu denecek kadar uyum sağlarım. Bana layık görlen irtifaları daima kuşkuyla karşılarım, ben bu muyum diye sorarım.? Krallarla gezer, halka ait hasretimi yitirmemeye çalışırım. Bundan neden, anlayışlı sevgi gösterilerini redederim ve az sevgilim olur. Rahatsız da değilim.
    Kendi iç yargım önünde verdiğim hesaplar hep yüz ağartıcı, gerçekte olması gereken gibidir.
    Yazılarımı beğendiğinizi söylediniz, teşekkürler ederim, eğer buda bir iltifat değilse. Böylece yazım aileniz arasına girmiş. Büyük mutluluk. Öyküleri resimleme istencenize gelince, elinizdeki dergiyi biraz israf etmiş olmaz mıyız? Size yolladığım her yazı yayıma uygun olsun diye kuşa dönmüşlerdi. Altıparmak nenenin masalları, neredeyse bir kitap olur, basit bir örnek. Belki Mersin'in kurtuluşu nedeniyle, yayına girer umuduyla size bir yazı daha yolluyorum, bir bakınız. Hazırlamak bizden, fırsat vermek sizlerden. Öperim.
 
 
Sevgili Hilmi Bey,
3-Kasım-1987
 
Pırıl pırıl olmak ne güzel şey, neden insanlarımız hep bir Hilmi değil?.. Bir takım garipliklerle donatılmış bir dünya dolusu insan ve insancık var. Bunları böyle olmağa yöneten, bahıtsız düzen nedir ki?
Şartlar ne olursa olsun, özgün, kalıcı hizmetler vermek, demekki imkansız değil.
Dergiyi inceledim, incelemeleri okudum. Bu ek olarak Mersin için çıkardığınız, broşürü de inceleyince, tümce övündürücü oldu. Tebrikler ederim. Elinize sağlık.
O sizin hayranı olduğunuz Vali bile, temele atılmış küçük bir ize sahip değil. Böylelerine, Bostan korkuluğu denir.
Bir Turhan Cemal, bir Fahrettin Kerim, bir Tevfik Sırrı Gür, bir Kayserili Kambur, düşünülünce, hakikaten bir büyük boşluk kendiliğinden çıkar.
(Felsefeyi severdi, Fizikten de anlardı, Şairdi, Musikide bir haylı behresi vardı. Zavallının, Sirao de Berjaraktı adı, herşey olayım derken, hiçbirşey olamadı.) Tiratı bunları ne güzel tanımlar. Yani zamanımız Valilerini.
Tabii, %97 kamu görevlilerini de ölçümüzün içinde…düşünmek gerekir. Dikkat ederseniz her görevli, gösterişi korumak, çalışır gözükmek için atlayıp dururlar. Bir program, ileriye dönük bir planları yok, genel devlet planlaması içinde, yerlerinden haberleri yok. Solucan gibi yaşayıp gidiyorlar, karınca örneği olamıyorlar, olmak istemiyorlar. Dolayısıyla yapmağa çalıştıkları, kendileri ile beraber, kaybolup gidiyor.
Mersini tanıtıcı, broşürünüzden, Güneyin her turizm bürolarına birer miktar yollayınız, kataloğlarında bulunsun.
Turizm Bakanlığı eliyle tavsiye girişiminde bulunmanızı naçizade öneririm. Başarılarınızın devamını diler sizi candan kucaklarım.
 
Ethem AYDIN
 
Hilmi Bey Dostum
                                               7-Oc-1988
......................
         Sizin beni sevdiğinize inanmıyorum, ama ben sizi seviyorum, sevmeğe mecburum, zira insanımı seven, ona bir şeyler verebilmek için kelle koltukta koşan birisiniz. Ama sizi eğitmek, uyandırmak da istiyorum. Bu gücü kendimde buluyorum. Emsaliniz Türkiye genelinde Bürokrasi kademelerinde yok.
         KÜLTÜR DER Kİ : ETRAF ULEMA DOLDU, KENDİMİ HUZURSUZ HİSSEDİYORUM… İşte bu gün o huzursuzluk  yaşanıyor. Kültür hüdayınabittir, layüseldir, ücra ormanlar içinde bir serin dere, dikenler içinde mor sümbüldür. Yalındır, otantiktir. Bir Mümin, bir Abit gibi yaklaşmak gerek. Lahana tarlasının bir kapısından bahçeye bir dana girmiş, bir kapısından da Bir Hoca girmiş, Çocuk danayı çıkarmağa koşarken, Baba, bağırmış önce hocayı çıkar diye.
         Silifke’de, Sarhoşların oynadığı bir oyuna bakınız, bir de sahnelerde tekrarına, Erzurum’da bir Bar seyrediniz, bir de aynı oyunu konservatuarda. Konya’nın Sille’sinde bir kaşık oyunu seyrediniz bir de Devlet Folkloru düzenlemesini seyret, farkı farkedeceksiniz.
         Kültürü vesika etmek, Ağranje etmek yalnız ve yalnız sanatçıların işidir. Sanatçı ise, Bürokrasi ile hiç mi hiç anlaşamaz.
         Yakın geçmişte bir Tarcan, zamanımızda bir manço, ve bir kaç benzeri. Süslemede, Bedri Rahmi, Turgut Zaim, Nuri İyem, Nedim Günsür, daha bir kaç isim. Şiirde Romanda, Hikayede yine az sayıda kişi.
         Öz kültürümüzü vesika etmiş, biraz daha beslemişlerdir.
         Doğaldır ki, Tarcan ve Baltacıoğlu gibi Piştarlarımızı tilmizlerimizi unutmamak gerek. Bu günkü dersimiz bu kadar.
         Sizi kucaklar, Liderlerin yalnız adam olduklarını hatırdan çıkarmamanı salık veririm.                        
Ethem AYDIN  
 
YAŞAYANLAR VE YAŞATANLAR.
< İLGİLENDİRİP, BİLGİLENDİRENLER >
************************************
27 MART 1998
 
( EĞİTİM, ÖĞRETİM ) : İLGİLENDİRME VE BİLGİLENDİRMEDİR.
VAROLUŞTAN BU YANA, İLGİLENDİRİP BİLGİLENDİRENLERE
BİN ŞÜKRAN.!
BİLGİ VARDIR. PASİFTİR. TEKNOLOJİ İSE, BİLGİDEN DOĞAR,
AKTİFTİR.
ÖZGÜR DÜŞÜNCE: YARGILANAN DÜŞÜNCE, SORGULAYAN DÜŞÜNCE,
SIRADAN VARLIĞIN, ÖZDE ÇİÇEKLENMESİNİ; IŞIYARAK. IŞITARAK,
KORUTUP KOLLAYARAK, BESLER, BÜYÜTÜR. NÜKLEERDİR.!
*************************************
OKULLAR: DÜŞÜNME BİÇEM VE BİÇİMLERİNİ, SALT ÖRNEKLERİYLE
ORTAYA KOR.ÖĞRENCİ,GERÇEK VE GERÇEK ÜSTÜ YAŞAMA,VERELERİN
IŞIĞINDA YAKLAŞARAK; - NESNEL VE ÖZNELİN - LABİRENTLERİNDE,
( İDEO ) ya DOĞRU YOLALIR ...
*************************************
SAYISIZ ÇOKLUK DA, LABİRENTLERİN KARANLIĞINDA KAYBOLUR.!
YÜRÜYENLERE BİN ŞÜKRAN.!
*************************************
EĞİTİM, ÖĞRETİM, DÜNYADA VE TÜRKİYEMİZDE, ROTASINI YİTİRMİŞTİR.
GEÇEK YOLU GÖRÜP DUYUMSAYAN, SÜRDÜRENLERE, BİN ŞÜKRAN.!
*************************************
güneş ufuktan şimdi doğar; yürüyelim arkadaşlar >>
TERSİNE DÖNSE DÜNYA, YOLUMUZDAN DÖNMEYİZ....!
**************************************
DERGİLERİNİ OKURKEN, SENİ DÜŞÜNDÜM, BİR AN.! DUYGULANDIM
BUNLARI YAZDIM.SENİ SEVİYORUM. ÖPERİM.
ETHEM AYDIN
Hilmi Bey Dostum
9 Ocak 1988
Eğitim, günceldir, değişkendir, değişen şartlara göre, yeniliklere göre değişir. Kültürün ise ömrü sonsuza dektir, değişken değildir, kalıcıdır. Bir konu bilebilsek işlerin yarısı kendiliğinden hallolur.
KÜLTÜRÜN EĞİTİME YAPTIĞI KÖTÜ ETKİLERİ, veya etkileri, orta çağ ve öncesinde, din ve inanç baskıları halinde gördük.
Eğitimin kültüre etkilerini ise yaşıyoruz. Birkaç örnek vereceğim: Mutta bir kaysı çeşidi vardı, her mevsim dallar meyveyle dolar, tatlı, kokulu, ürünü bol, herkessi doyururdu. İklime uymuştu. Ziraat tekngratları geldi. Malatya’nın fidanını halka dağıttı, (Malatya, ki yayla kar kış ülkesi bütün kışın yağıntısı, esintisi soğuğu bittikten sonra kaysılar, dingin bir iklimde çiçeklenirken), Mutta, akdeniz ikliminde, 300 metrede, yani esintilerin bahara rastladığı yerde, zavallı ağaç hiç uyumuyor ki, bazen yaprak bile dökmeden bahar geliyor, ne oluyor? Ağaç marul gibi boyuna bosuna büyüyor, bahar esintileriyle çiçeğini döküyor. Sonuçta odunluk oluyor.
Mutlu da kaysısız kaysı bayramı yapıyor. Dörtyol, Finike, Antalya, Kozanın lezzetli , kokulu, yeyimli portakal ırkı böylece yerini, soysuz, tatsız, hastalıklara açık Vaşinkton tipine terk etti. Ziraatın hangi yönüne baksanız hep aynı hikaye, Hayvan ırklarımız, o üstün ırklara yapılan Devlet masrafları, bu yüzden mağdur olan türk köylüsü, deneme tahtası.
Ticaret, ekonomi, üretim tüketim, başarı başarısızlık, para fikri hep eğitimin kültürü zorlamasıyla yakalandığımız sapmalar.
Bu güzel ülke, bir takım yarı bilginlerin, acele ile çizdiği kültür öznelerinden yoksun Eğitim sisteminin getirdiği sorunlardır.
Siyaset ve Siyasilerimize bakınız, hepsi birer donkişot, hepsi tek kurtarıcı, herşeyi herkesten, erbabından bile çok bildiği kanısında olan zavallılar. Buna rağmen, bu kadar neyidiği bellisiz kimselerin zormasına rağmen, Benim insanım kendini yitirmiyor. 1974 yılını hatırlarım, otobüsle Konyadan geliyordum. Mersine kadar durmaksızın ağladım.
Dışladığım, aczine hükmettiğim, kişiliğim ve halkımın kişiliği o, okuldan kovduğum, tamirci, yanındaki fakirliğinden okumamış çocuğu, daha aynı dışlanmış insanlar, yollarda gelip gidiyor, kilometreler boyu askere yardıma can atıyordu. Lastik tamir edilir, Aks tamir edilir, Rota bakılır, Garbiratör, motor tamiri levhaları taşıyorlardı. Bunları kim itiyordu, hangi asil duygular itiyordu. Köylüm iş mevsimi olduğu halde yol boyunda askere bir ikramda bulunmak için bütün günler, gayret ediyorlardı. Bunlar Kültür hazinemizin aralanması, coşması, inanmışlığın ortaya koyduğu Tinsel olaylardı. O kaynağa sadece Mustafa Kemal eğilebilmiş, köylüyü samimiyen efendi ilan etmişti. Onun kağnısı ondan sebep yolda kalmazdı, kalmadı. Bu tür yaklaşımlara, Bütün Bürokratların kafası pek yatkın değildir, ama bakalım siz nasıl karşılayacaksınız?
Saygılar.
Ethem AYDIN
 
Hilmi Bey Dostum
12-Ocak-1989
         Bilmem, genelde öğle üzeri radyolarını dinler misin? Ben çok ilgilenirim. Türkiye genelinde, sizler gibi bal arılarının, oturuşkun yaygın eğitim faaliyetlerini, nasıl yürüttüklerini göğsüm kabararak, dinledim. Bir çok Merkez Müdürü, sadece manadaki çalışmayı, keşfetmişler, Eğitimden dışlanmış veya, türlü nedenlerle nasibini alamamış insanımızı yani %76 orandaki sorunumuza yaklaşmağa gayret etmişler. Bu isimsiz kahramanlar, sonucu özveriden değil bürokrasiyi kendi kreasyon süzgeçlerinden geçirmişler. Bir bayrak yarışında olduğu gibi, konuyu etaplara bölmüşler, bir temel atmışlar, çevreye yöreye, şartlara uygun. Kalıcılığı su götürmez. Bu insanı buradan alıp bir başka yere verirseniz, hiç bir düzen bozulmaz. Bir de, Dostumuz Hilmi Dulkadir’i düşünelim: Hilmi ki, bu isimlerden daima daha büyük. Mut’ta çalıştınız bin türlü güzel başlangıç yaptınız, Türkiye genelinde emsalsiz çıkışlar yaptınız. Ayrıldınız, dönüp bir bakınız, o, ülkeye, o, güzelim emeklerden hangisi yürüyor?
         Mersin’de, dünya geneline yakışır bir çıkış yaptınız, değil 20 inci, 21 inci asırda bile emsali olmayan bir organizasyon bütünlüğü sergilediniz. Siz ayrılsanız, acaba geride ne kalacak? Bir düşündünüz mü?
         Doğaldır ki, bir şeyler kaldı, ve kalacak. Ama kalanlar, amaca uygun çalışmalarınız değil. Mosturalık çalışmalarınız.
         Sirano dan bir tirat: FELSEFEYİ SEVERDİ, FİZİKTEN DE ANLARDI, ŞAİRDİ, MUSİKİDE BİR HAYLI BEHRESİ VARDI. YAMAN BİR SİLAHŞÖRDÜ ZAVALLININ SİRANO DE BERJERAKTI ADI, HER ŞEY OLAYIM DERKEN, HİÇ BİRŞEY OLAMADI.
         ŞİMDİ BANA DİYECEKSİN Kİ, PEKİYİ BU KÜLTÜR İŞİ NASIL HALLEDİLECEK?: BİR DEFA KESİN KEZ SÖYLEYEYİM, BU SİZİN VE SİZİN GİBİ DÜŞÜNEN YANDAN ÇARKLILARIN AÇTIKLARI YOLDAN GİDİLEREK OLMAYACAK. Siz Eğitimcisiniz. Kültür birinci dereceden  göreviniz değil. Devlet ilerde bu konuda organlaşmasını yapacak. Yapmağa mecbur. Sizinki sadece Hobi seviyesinde kalacak. Bir sade vatandaş gibi veya ondan biraz farklı olarak .
         O NE YAPACAK?ÖZVERİYİ BAHANE ETMEYECEK, ORGANLAŞACAK.
         ALMANYA’DAKİ – BULGARİSTAN’DAKİ – İSVEÇ’TEKİ – JAPONYA’DAKİ GİBİ.
.........
Ethem AYDIN
Milli Kültür Araştırmaları
Nasıl Yapılmalı, Nasıl Yaşatılmalı?
            KÜLTÜR sözcüğü, biz de hep yanlış anlaşılmış, böylece çelişkili değerlendirmelere neden olmuştur.
            Sözcük olarak tarifi: Bir topluluğun, tinsel, (Duyularla anlaşılmayan biçim, oylum, konum gibi, madde ile ilgili nitelikleri olmayan), (TİN) kökünden kaynaklanır. (Anlamı, Bir takım fizik ötesi, her şeyin özü, temeli ve yapıcısı olarak madde dışı bir etken.) yukarıdaki paragrafa devam ediyoruz –(özelliğini, duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, genel durumdaki, her tülü yaşayış, ve sanat varlıklarının tümü) Kültürdür.
            Kültür, yeni nesillerin, sık sık ve bazen de yersiz zorlamalarından korunmak için çok derilerden seyreder, akar. Hemen söylemek gerekirse zorlamalardan kaçar. Halk topluluklarının, en ilkel, en ulaşılması güç, fakat en emin kaynağa sığınır. Zira onu kolay etkilemek olası değildir.
            Çadırımızı, keçemizi, kilimimizi, cicimimizi, çulumuzu, BİR EŞEĞİN YÜKÜ OLAN MEKANIYLA-YEDİ DEVENİN ZOR TAŞIDIĞI ZEVKİ, böylece günümüze ulaşmıştır. Böylesine kapsamlı , görkemli bir olayı kovuşturmak, törensel çıkışlarla, zorlamalarla olamayacağını bilmek gerek. Konunun özüne böylece ters düşmüş oluyoruz. İlk yapacağımız şey, Türk milletini çok iyi tanımamız, çok çok sevmemiz şarttır. Mustafa Kemal, Köylü Efendimizdir dediği zaman, çok samimiydi, taparcasına sevgi doluydu. Bütün başarılarını özden sevgisine, Milletini iyi tanımasına borçludur. Yoksa ANADOLU EFSANESİNİ YARATAMAZDI. Öncelikle, Türk halkını, Türk köylüsünü candan sevdiğimizi kanıtlamamız gerek. Bu iş Devletçe yapılabilir.
 
            Sevgi geleneği, Devletin samimiyeti ile gerçekleşir ve meyveye oturur. 1934 yıllarında olduğunu sanıyorum, Eli fırça tutan kişilere çek defterleri verilip Anadolu’ya gönderilmişlerdi. Bu gün müzelerimizin yüz akı olan yöresel eserler böylece oluşmuştu. Konu ile ilgili bir çocukluk anımı da burada anlatmadan geçemeyeceğim. 1927-1928 yılları olacak, Mersinin Mut kazasında, HALK EVLERİ dop dolu gece kursları yapılıyor, Müsahip zadeden temsiller hazırlıyordu. Oyuncular, Kaymakam Kemal Bey, Halim ismini bilemeyeceğim, Jandarma Komutanı Nejdet, Belediye Başkanı berber Alaattin, Berber Hüseyin, Kasap Yunus, Berber Muhittin, Öğretmen Rıza, Hüseyin Beyler, daha isimlerini anımsayamadığım vatandaş kol kola iç içe oynamışlar, Halk ise 10 gün oyunları üst üste izlemişlerdi.
            Yol doğruydu, iyi seçilmişti, ama neden sürdürülemedi? Bugün bu kişiler, birbirlerine selam vermekten çekinir oldular.
            Yukarıdaki temsillerde, Üç Bayan Öğretmen, Müftünün kızı, Müderris Hocanın kızı da rol almışlardı.
            Bugün KÜLTÜR olayına nasıl yaklaşılmalı? Açıkca söylemek gerekirse her halde senpozyumlar ilk aşama değildir. Halkın olmadığı yerde veya halkın çoğunlukta olmadığı yerde, toplantılar bir görüntüden öteye geçemez. Olayı tersine çevirmeniz gerekir. Kürsüye halkın köylü kentli temsilcileri çıkacak, (uzaktan gelenlerin her türlü gereksinimleri karşılanmak şartıyla), Sayın Entellektüel zümre de, seyirci, izleyici, değerlendirmeci, organizatör olarak salonda yerini alacak. Zaten bu onun öz görevidir. Tabii yapmak istiyorsa. Aldıkları makam, maaş ünvan gereği, bu tür olayları kokusundan tanımaları, aramaları bulmaları doğal olmalıdır. Yoksa kürsüler boşuna doldurulmuş olur. Kanaatımca, biz konuya Muhtarlardan, köy yaşlılarından, kasabanın oturuşkun halkının gözlemlerinden başlamamız yerinde olur. Aslında, BİR BİLENE SORMAK Klasik metotlardır, halen geçerlidir, hepimiz de biliriz ama nedense uygulamağı istemeyiz. Kültürün nasıl yaşatılacağına gelince, o, biz el sürmeden de yaşıyor, yaşayagelmiş. Akıl nasıl faydalanacağımız, açmazına takılıyor. Zira her kültür uzaktan dolayı veya doğrudan fayda özüne dayanır. Bu konu için de, Sıtkı Soylu gibi çarıklı araştırıcılara gereksinim doğar. Saygılarımla.
Ethem AYDIN
KÜLTÜR VE EĞİTİM İKİLİSİ ÜZERİNE
         Bu olay bizde aşureye dönmüştür. Eğitim için Öğretmenler, Uzman yıllarca konunun yan dallarına da emek vermiş ve durumunu kanıtlamış diploma almış kişiler tarafından, yeni nesillerin daha uyumlu, bilinçli ileriye doğru açık kişiler hazırlamakla görevlidirler. Oyunun kuralları Devletçe saptanmıştır. A.B.C ile başlar. İlim branşlarının tümünü çağdaş çizgide kapsar. O da ikiye ayrılır, Yaygın Eğitim, Organize Eğitim.
         Organize Eğitimin belli ve saptanmış kuralları vardır. Kendi çizgileri içinde oynanır. Programlamada yapılan hatalar yıllarca sürer, yanılgılar, zamanında görülmediğinde, yeni yetmeyi hem Eğitimden hem de kültüründen eder. Sene sonunda kitaplar yakılır, başarıya başarısızlığa, şansa şansızlığa küfredilir. Olay kumar karakterine bürünür. Yaygın Eğitimin ise durumu değişiktir. En az Milli Eğitim kadar geniş kapsamlı bir çalışmağı gerektirir. Zira Organize Eğitimden dışlanmıştır, türlü nedenlerle nasibini alamamışlar Yaygın Eğitimin Konusu olacaktır.
         Kültür sorununa gelince, Öğretmeni yoktur, Kitabı yoktur, tarifinden de anlaşılacağı üzere Tinsel dir. Öğrenimi zamanla kayıtlı olmadığı gibi, geçmişi ve geleceği de fuluğ dur. Çok korkulan durum, yarım yamalak kulaktan dolma bilgiler ve ön yargılarla yola çıkarak, konuyu pasifize kılmak, birazdan soysuzlaştırmak olur. Bugün çoğu durumda yapılan da budur. Korkulması sakınılması gerekir. Kültürün bir diğer adı da (EKİN) dir. Kökü toplumların derinliklerinde oluşur, filiz verir, o filizler bizlerin saptaya bildiği renkli görüntülerdir. İnsancıklar ölümlü ve o, Evrensel ölmez İnsanın yaşayan türleridir. Nesiller değiştikçe kültürler değişmez, aynı kökten aynı cins filizler verirler. Değişmezlik kültürün karakteridir. Yeri ve sırası gelince, insancıkları, ölüme bile seve seve koşturan, ağlarken güldüren, hastayken sağ ve güçlü eden.
         Kültür pınarları, zaman boyutu içinde hep gümbür gümbür akar, yeter ki, Eğitilmiş insanımız, o kaynaklardan su içmesini bilsinler.
         Yeni nesillerin hazırlanmasında, hep çok ve müsbet bilgi, elle tutulur şeylere önem verilmiş, başarı orda görülmüş, böylece bilgi hamallığına öykünülmüştür. İlk okul sıralarından başlıyarak, çevreyi tanımağa türlü araştırmalara programda yer açılması gerekirken, tersi yapılmış.
         Türkiye’nin ırmaklarının adını ve yerini bile bilmezken, Amazon nehrinin debisi sınıf kalıp geçmeme etken olmuş. Türkçe iki sözcüğü özene bezene yan yana dizmeği öğrenmeden Yardımcı lisans öğrenmem için Haftada beş saatım elimden alınmış, duygu ve düşüncelerimi bir ak kağıt üzerine aktarmama zaman verilmemiş. Bir makinanın dönen çarkları gibi olmam önerilmiş. Baksanıza Televizyon programlarındaki yarışma sorularına, hala bilgi hamallığı, tasnif edilmemiş bilgiye değer veriyor, meziyet sayıyoruz.
         Bu şartlar altında derinleşmek bir konuda uzmanlaşmak, Pul koleksiyonu yapmak, Ata sözlerini derlemek, oranlamaları, mitleri, urasaları hurafeleri,  bedduaları, duaları, türküleri şunları bunları bir araya getirme zevki ve alışkanlığı verilebilir mi? İNANCIM ODUR Kİ-TÜRK İNSANI İLK OKULDAN İTİBAREN YILLAR SONRASINA ULAŞACAK ARAŞTIRMALARA ÖZENDİRİLMELİDİR. BUNLAR YANİ BU ARAŞTIRMALAR DEĞER YARGILARINDA YER ALMALI, GÖRÜLECEKKİ, İNSANLAR YAŞADIKLARI SÜRECE HEP FAYDALI OLACAKLAR VE DAHASI YAŞAMAĞA BAŞLAYACAKLARDIR. Saygılarımla.
Ethem AYDIN
Yorumunuzu Ekleyin

Bahattin Karakoç Mektubu

Sevgili Karakoç bir gezide beraber iken oracıkta yazıp elime tutuşturmuştu

4,843 Okunma Henüz yorum yapılmamış 27/03/2011 21:18:45

Sıtkı SOYLU'dan

Merhum Hocam Sıtkı SOYLU'nun şahsıma yazdığı bir deyiş

4,560 Okunma Henüz yorum yapılmamış 27/03/2011 04:22:07

Şadi Cındık Mektupları

Şadi Cındık Almanya'dan Yazıyor: Kültürlü folkloristlere sahip olmayan bir ülkenin tarihi ne kadar uzun, ne kadar inişli-çıkışlı ve ne kadar cihan şümul olursa olsun, çağdaş sıralamada yer alması mümkün deyildir…

4,331 Okunma Henüz yorum yapılmamış 27/03/2011 20:07:53

Bir Dosttan

Dostum duygularını bana şiirle dile getirmiş

3,860 Okunma Henüz yorum yapılmamış 27/03/2011 21:23:18

Yükleniyor...