İÇEL FOLKLORUNDAN DERLEMELER-1-
Hilmi Dulkadir
MERSİN KIZILKAYA KÖYÜ TAHTACILARINDAN DERLEMELER
19 ARALIK 1991, Mersin Kızılkaya Köyü
A-KÖY HAKKINDA
-İsminizi söyler misiniz?
-İsmail Göksel.
-Doğum tarihiniz?
-1930
-Nerde doğmuşşunuz?
-Kızılkaya Köyü'nde.
-Burası Mersin'e kaç km. uzaklıktadır?
-53 km.
-Bu köye ne zaman yerleşilmiş, biliyor musunuz?
-1935'te yerleşmişler.
-İlk yerleşenler kim?
-İbrahim Mutlu, Ali Güngör, Cuma Koçak, Hüseyin Koçak.
-Bunlar yakın akrabalarınız değil mi?
-Evet köyün kurucuları.
-Nereden gelmişler?
-Alanya'dan, Gündoğmuş'un Bayırtabanlar Köyü'nden gelmişler.
-Neden buraya gelmişler?
-Bunların çoğunun göç sebebi benim anlayışıma göre bir vilayetten bir vilayete göçenler askerlik yapmıyorlarmış. Askerlikten kaçmak için bütün yer değişimi yapmışlar ve daha sonra Yunan Harbi'ne gitmişler. Yunanla savaşmışlar. Harpten geldikten sonra çevresi buraya gelmiş olunca adam da gelmiş evlenmiş.-
Peki özellikle burayı niye seçmişler?
B-ORMAN İŞÇİLİĞİ
-Orman işçisi olunca tüccara çalışırlarmış, sonra bankaya çalışırlarmış.
-Hangi banka?
-İş Bankası.
-Ne yaptırırmış İş Bankası?
-Orman kestirirmiş ,Cöcek Cehennem Deresi'nin oradan yol gider. Hızarlar kurulmuş, İş Bankası hastane yaptırmış, lojmanlar yaptırmış.
-Şimdi oraya yol iner mi?
-İner.
-Açık mı?
-Kardan geçilmez.
-Yani eski bir yerleşim yeriymiş orası?
-Şimdi, orman işçiliği için, orman teşkilatı için orada hastanesi, hepsi yapılmış. Evvel İş Bankası'na çalışırken herkesin işçi karnesi olurdu, bankaya çalışılırdı, banka işçiye avans verirdi. İşçi kışın o avans ile kendini idare eder, yazın çalışır öderdi. Hasta olduğu zaman İş Bankası'nın doktorları muayene ederdi.
-Yani İş Bankası böyle bir sistem kurmuştu?
-Evet 1940'da bu işletme teşkilatına başladılar. 1943 'de devralmaya başlandı. Biz de iskeleci, demir lata yapılırdı ırmak kenarına, ırmaktan sürüp Tarsus 'tan çıkarmağa.. Öyle görev yaptığım için..
-Senin görevin neydi?
-İskelecilik yapardım. Hayvanlara yük yüklenirdi. Yükü götürüp getirene İskeleci denirdi.
-Peki birde ırmakta yük taşırlarmış öyle mi?
-Irmakta yük taşıyanlara amala derlerdi. Onu da Alanya'dan getirirlerdi. Usta amalalar, bunlar, pek buraları iyi bilmezdi.
-Ağacın üzerine biner ırmakta götürürlermiş öyle mi?
-Evet
-Nereye götürürlerdi?
-Tarsus Keşbükü'ne kadar götürürlerdi. Orada bunlar gemiye yüklerlerdi.
-Peki senin hatırladığın kadarıyla o zamanlar tahminen ne kadar işçi çalışırdı burada?
-Bizim aşiretten aşağı yukarı, tahminen 350 işçi çalıştığını bilirim ben.
-350'si de burada mı otururdu?
-Antalya'dan, Anamur'dan bu Mersin işçileri gelirdi. Orman işçisi olarak Çamalanı, Kaburgediği, Kızılkaya Köyü, Belenoluk, Dalakdere, Düğdüören, Anamur'da da var 5, 6 köy.
-Hangisi onlar?
-Biri Dişle, Bozyazı, Dekedüzü, 3 tanesi hatırımda Alanya'da gayet çok. Hatta benim halam da oradan.
-Neredeler onlar?
-Kazanın içindeler. Köydeydiler kazaya geldiler.
-O zaman sen iskeleciydin, hatırlıyorsun?.
-Aynı çalışanlardan İzmir'de de Halkacı'da, Kemal Paşa'da var bizim aşiret.
-O zaman İş Bankası'nın yetkilileri vardı. Onlar ormanı kestirip başka devlete ihraç ettiriyorlardı, öyle mi?
-Araplara satıyorlardı, o şekilde duyardık.
-Siz sadece Katran mı kesiyordunuz?
-Çam da kesiyorduk, katran da kesiyorduk.
-Siz kesiyorsunuz, kabuğunu soyuyorsunuz?.
-Lata halinde kesiyoruz.
-Lata dediğin nedir?
-Hızardaki tahtanın biçilmiş haline diyoruz.
-Hep elinizle mi kesiyordunuz?
-İnsan gücüyle olan şey hepsi. Cehennem Dere'sinde hızarın zamanında o binaların yapılması için kurulmuşumuş o hızar o zaman da mümkün olan şeyi kesip suya atıp, sudan getirip biçip lata yapılıyormuş.
-Nasıl,önce suda ıslanıyor mu ağaçlar?
-Hızara getirmek için suya koyuyorlar.
-Peki nerenin ağacını kesiyorlar?
-Cehennem Dere'nin.
-Orada su var mı?
-Irmak var, Tarsus Irmağı var.
-Eee. Böyle ne kadar zaman devam etti buradaki çalışmalarınız?
-Şimdi buradaki çalışmalar aşağı yukarı, işte yaş 61, 61 senedir, aynı. Bankadan Orman dairesine intikal edip devam edip geliyor. Halen de orman işçisiyim 1943'den 1964'e kadar da keresteci olarak çalıştık.
-Keresteci olarak dediğin,orman işletmesinde mi?
-Orman işletmesinde.
-64'den sonra?
-Tomruk'a dönderildi, ondan önce lata olarak.
-O zaman lata dediğimiz, işe yarar kısmı alıyordunuz gerisi de yoyuluyordu?
-Şimdi hiç kereste yoyulmuyor. O zaman yoyulan kereste aşağı yukarı ağacın 3'te 2'siydi. Şimdi hiç yoyulmuyor.
C-AĞAÇLAR HAKKINDA
-Peki ağacın çok güzel olanına ne isim veriyorsunuz? Çok güzel olduğunu belirtmek için diyelim ki; düzgünlüğünden dolayı, büyüklüğünden dolayı. Hayran olduğunuz ağaçlara sizin aşiretin özel olarak verdiği isimler falan var mı? İşiniz ağaçla ilgili olduğu için başkalarının söylemediği, sizin isimlendirdiğiniz; güzelliğiyle, budaklı olmasıyla beğendiğiniz ağaçlara verdiğiniz isim var mı?
-Yani şöyle baktığımız zaman ağacın özlü olup, bir de kıymetli tutulan ağaçlar var; biz kokarardıç diyoruz, işletmede yağlıardıç deniyor. Ondan sandık yaptığımız zaman elbiseyi güve yemez, yalnız içerisine yiyecek birşey koyduğun zaman acır yenmez hale getirir. Katran kerestesi böyledir. Biz ağaçların teli doğru deriz yani kesime vurduğun zaman düpdüzgün yarılıp çok kolay olursa buna teli doğru, kolay deriz. Diyelim şu çerçevelere bak, eski zamanda olsa bunu çerçeve diye buraya asmazlar, eski zamanda teli eğri diyorlardı şimdi lif diyorlar ona.
-İçindeki damar gibi şey nedir?
-Yani kıvraşık şey olur. Eskiden şimdiki gibi hızar olmayınca ağacı kesip böldüğü zaman vuruverdi mi düzgün yarılıverir, kolaylıkla hemen yapıp çatıp onu koyar, o doğru olan kısımı fakat o doğru olmayan kısım yarılmaz o kestiğin şey de yoyulur. Yani yapılmaz illa hızarın ağzına girmesi lazım. Katranın iyisine püre boklu katran denir, sarı olur. Türkmen aşiretlerinin söylediği katran, işletmecide sedir denir. En güzel ağaç odur.
-Peki onun güzelliği nasıl belli olur?
-Onun güzelliği diyelim o kersteyi yaparken cemaatın içerisine geldiğin zaman üzerine esans kokusu gibi siner. Diyelim ki köyün içerisinden bir kişi gitsin katran kerestesi yapsın üzerini değişsin değişmesin katran kerestesi yaptığını bizler bilirik, üzerindeki kokudan katran kerestesi ile uğraştığı belli olur.
-Peki, o zaman her katran kerstesi çalışanda aynı koku olur mu yoksa binde bir ağaçta mı çıkar?
-Bizim dediğimiz ağaçlarda olur. Pireboklu ağaçlarda olur.
-Bu ağaç nerelerde olur, nasıl yerleri sever?
-Yüksek toprak yerleri sever, Bizim bu muhitte Cöcekdere'de var, Antalya, bir de Alacaberi'de, Antalya'nın yakınlarında. Abonoz'da da var.
-Peki şimdi burada o ağaçtan var mı?
-Yok çünkü kesildi kalmadı.
-Nesli kalmadı öyle mi?
-Var yine orada da var. Ayrıca gençlikten de yine yetişir. Fakat katran ağacı orada var.
-Başka hangi ağaçlar değerlidir?
-Kokarardıç dediğimiz var, mobilya işlerinde kullanılır onlar. Çok güzel desen verir, koku bakımından dayanma bakımından. Hatta bizim çeyiz sandıklarımızı marangozlara yaptırırız.
Ekseriya kokar ardıçtandır.
-Onun dışında hangi ağaçlara ne gibi isim verirsiniz? Mesela beğenmediğiniz, kötü kabul ettiğiniz ağaçlara ne gibi isim veriyorsunuz?
-Çam, dolaş ağaç, yaramaz deriz.
-O dolaş en çok çam için mi kullanılır?
-Çamda da kullanılır, ardıçta da olur. Lata yaptığın zaman dökülegalır, kırılır hiç bir şeye yaramaz. Yani tahta biçildiği zaman o damar kesikliği olur yandan şöyle az bir zora geldiği zaman kırılır, heç dinlemez. Bir de güneşi gördüğü zaman kendi kendine çatlama yapar, yine aynısı olur.
-O dolaş ağaçtır.
-Dolaş ağaçtır işe yaramaz yani.
-Peki bu çok budaklı olanlar var, onlara ne diyorsunuz?
-Ağaçın teli doğru olursa varsın budaklı olsun budağın pek bir zararı olmaz.
-Budaklı ağaçlara özel isim verir misiniz?
-Yok ona fazla bir özel isim verilmez.
-Ne diye çağırırsınız o ağacı?
-Yani o ağacı öbürleri kadar pek tutmazlar, budaklı diye. Bazı yerlerde de onu desen halinde görürler çomlaşmış derler.
-Bir tarafı kurumuş bir tarafı canlı kalmış, bu çeşiit ağaçlara ne diyorsunuz?
-Acı kuru olmuş derler.
-Başka, işte bana deyim söyleyin, sizlerden öğrenmek istediğim bu çeşit şeyler.
-Sen yazın gel de, Allah kısmet ederse, Papazın Bahçesi'ne gidelim.
-Ben sizinle zaten çok dostluk kuracağım.
-Papazın Bahçesi'nde bu yağlıardıç dediğimiz ardıçtan bir ardıç var. Şu alanın içi kadar bir sahada bir ağaç öyleki biz kutur deriz. Böyle kesildiği zaman alnından bir taraftan bir taraf şöyle ortalama 3 m. geçkin. Diyelim ki bu Cocakdere ormanlarında en kalın ağaç, ardıç üzerinde o, bir de Cocakdere'de bir katran var, sedir yani, onu da korumaya aldılar. 80'den evvelce biz yani işçinin para değeriyle işletme bize verse onu bir milyona alırız diyorduk.
-Bir ağacı?
-Bir ağacı, yani bize verecek işletme. Biz kendimiz satıp bir de üstüne kar yapacağız. Bir ağaca, 80'den evvel 78, 79 'da öyle kıymet biçiyoruz biz kendi aramızda. İşletme dese ki "bu ağacı sana veriyorum" dese "bir milyon verelim" diyecektik. O ağaç o kadar kıymetli ama şimdi şu günde onu kesipte tam kıymetlendirecek olursak bir paha biçilmez yani.
-Peki çok taze, canlı, yaprakları canlı, kendi öyle gümrah ağaçlara ne diyorsunuz? Yani görüntüsü güzel olan ağaçlara ne diyor-sunuz? Şöyle bakınca.
-Toruk diyoruz.
-Toruk, belli boyda yeni yetişmekte olan fidanlar değil mi? Yoksa güzel, düzgün, hepsi gümrah, yeni canlanıyor, serpiliyor o anlamda mı dıyorsunuz?
-Onlara biz iştahlı güzel toruk diyoruz.
-Peki tam tersi olan iştahsız olanlara?
-İştahsız olanlara kılıksız diyoruz.
-Yok kılıksız olmadı.
-Aşkarı bozuk diyoruz.
-Peki, ağacın toprağı sevmesi nasıldır?
-Diyelim ki biz amanajman gruplarıyla da gezdik.
-Kimlerle?
-Amanajmanlarla.
-Amanajman ne demek?
-Yaşını bilen, dişini bilen ormanın kaç yaşında olduğunu bilen kaç senede kesmeye geldiğini bilen kimseler.
-Nasıl biliyor onlar?
-Onlar okuma üzerinde yetişmiş. Biz ananevi çekirdekten yetişmişiz.
-Peki siz nasıl biliyorsunuz? Onlar nasıl biliyor?
-Ağacın yerini, evvela onu gözönüne alıyoruz, ağacın gelişmesini gözönüne alıyoruz, "bu ağaç 40 yaşında" diyoruz.
-İyi de sadece yetişme yeriyle nasıl anlıyorsunuz?
-Damardan, damar kesildiği zaman "bu ağaç 40 yaşında var" diyoruz biz. Onlar şöyle bir bakıyorlar "bu ağaçın 60 yaşında olması lazım" diyorlar. "Yok bu ağaç 40 yaşında", "Ne bildin ?" "Yıkın bakalım ağacı!" Yıkıyoruz, damarını sayıyoruz, bilmem ne yapıyoruz. Ya 40 yaşında ya 42 yaşında. Biz çok yanılsak 5 yaş yanılıyoruz.
-Peki bu yanılmamanın sırrı nedir?
-Biz o ağacın yetişiş yerinden biliyoruz. Mesala bahçede toprağı iyi olan, besin iyi olan bir yer var diyelim. 5 yaşında ağaçtan 3 yaşındaki ağaç daha iyi gelişir. 11 yaşındaki ağaç var, 7 yaşındaki ağaç var bahçede. 7 yaşındaki ağaç ondan daha gelişmiştir. Arada 3 sene fark var. 3 sene farklı ağaç öbür ağaçtan daha gelişmiş o toprağından, yerinden, besininden. Mesela 3 yaşındaki bir çoçuk 5 yaşındakinden daha gürbüz daha yetişmiştir. Ağaç da aynısıdır. Toprağını yerini seven ağaç daha çok gelişir.
-Sen onlarla geziyordun? Araya başka mevzu girdi de..
-Onlarla gezerken onlar burgu salıyorlar, burgu saldılar mı o burgudan dolayı ağacın içinde gelen şeyden yaşını onunla ölçüyorlar.
-Üzerinde çamı çokça olan, yani sık, kuvvetli, kesime; yani bir tepeye bir sahaya ne isim veriyorsunuz? Sık ağaçlı olan yere.
-Gürüz diyoruz.
-Tek tük ağaç bulunan yerlere ?
-Seyrek diyoruz.
-Başka? Yani üzerinde ağaç sayısı birer ikişer tane olana da yaramaz ağaçlarsa bu çeşit yerlere ne isim verirsiniz?.
-Seyrek ağaçlı deriz.
D-TAHTACILIK
-Peki şimdi ta başa gidelim. Lafı ağaçtan açtık, bu ağaç işiyle uğraşmanın temeli nereden geliyor? Evveliyatı nereden geliyor?
-Beni ebem büyüttü, ben annemi tanımam, ben ona sorarım: "Bu ormancılığa, bu mesleğe nasıl başladınız? Bize tahtacı diyorlar, niye diyorlar? Öbür vatandaşlara köylü deniyor biz nasıl tahtacı olduk? Onlar nasıl köylü oldu? Bunları bana izahet", öyle söylerim. Babam "şöyle 10-12 yaşlarındaydım yoğurt pazarına pazar kurulurdu" diyor. "Şehir mehir hiç birşey yoktu" diyor. "Arsus'tan", Tarsus'tan demiyor da "Arsus'tan at arabaları gelirdi, at arabaları ile Arsus'a giderdik" diyor. "Bu orman işinin o zamanlarda ne olduğunu bilmiyorduk" diyor. Dedem İçel'de büyümüş. İlk iki avrattan çoçuk olmamış, şöyle 15-16'ya gelince dedem ebemi almış çocuk için yani. Dedemin 600 filan davarı varmış. Mersin'in Karayakup Köyü'nde otururlarmış. Oradan yaylaya giderlermiş. İki at beslemiş. Atın birine kendi birine de değişik değişik hanımları binermiş. "Karayakup köyü'nde Gavur yapması gibi" diyor "bugün beni götürün evi ben bulurum, sahaplanırım" diyor. Fakat ellerinde tapu filan yok. Bir tutanak olmayınca varıp ta biz elin evine bura dedemin imiş diye sahip çıkamıyoruz. "Beni illa Karayakup Köyü'ne götürün" derdi. Bu askerlik, demin de anlattım ya vilayet değiştiren asker olmaz ayağıylan Karayakup'u bırakıyor Gündoğmuş'un oraya gitti. Ondan sonra seferberlik ilan oldu. Babam da Yunan harbine gidiyor. "Bu orman işine, tahtacılık işine başlamanız nasıl oldu?" dedim. "Mal" diyor "para etmezdi Silifke'nin oraya inerdik" diyor. "Yurt değiştirmiş olurduk" diyor.
Kıbrıs'tan gavur geliyor. "Lata yapabilirsen, lata yontarsan iyi para veririm" diyorlar dedeme. Dedemler de becerebilir miyik, yapabilir miyik diyerek lata yapmaya başlıyorlar.
-Bu kaç yılında oluyor?
-İşte yılını o bilemiyor.
-Sen bunu konuştuğunda kaç yaşındaydı karı?
-125'i filan geçkindi. "Biz de" diyor "havas etmeye durduk. Becerebilen erkekler, kadınlar da". Tabi o zaman kadınların çalışması yokmuş. "Lata yonttuk" diyor. İşi çok yapan olursa altın. O hoo. "Gütme tasası yok", davar güdüyorlar ya, "gütme tasası yok, canavar yiyecek diye bir endişesi yok. Kes ordan çamı yont latayı yap, al parayı" deyi deyi bir dedikodu aldı yörüdü ortalığı. Bu şekilde başladık" diyor.
Ondan sonra, Palamut derik, "gavurdan onu getirttiler" diyor. "Bir müddet sonra da kollu bıçkı getirttiler gavurlardan" diyor. "Bunu biçmek için kadınları da alıştıralım dediler" diyor "Bu şekilde çalışmaya başladık" diyor. Buraya, bankanın işine girdikleri zaman da banka" olmaz" demiş. "Ya davarı boşla, ya ormanı boşla" demiş. O zaman davarı satmışlar. 150-200 davarı olanlar da varmış. Yani ilk başlayış şekilleri böyle olmuş.
-Daha evvelisi nasıl olmuş?
-Daha evvelisini ben iyice bilmiyorum.
-Nerden gelmişler, nasıl olmuş bu?
E-ALEVİLİK
-Daha evvelsini ben de araştırıyorum. Şöyle anlatayım. Alevi zümresi, bize Aleviler deniyor, aslı İran'dan gelme. Bazı yaşlıların nüfus kağıdında İran tabiyasi diye yazıyor. Kökünü araştıracak olursak kökü oradan gelme olanlar var. Fakat şimdi bu Tahtacılar deyince çok çeşitli olanları var. Şimdi isim şekiyle, evet insanlar evvel o isimi almışlar. Dinine göre, gedişatına göre Çerkez deniyor, Kürt deniyo, sünni deniyo, Alevi deniyor. İsim çeşitliği çok oluyor. Bu saydığımıza 72 buçuk millet diyoruz ya, Tahtacıların içinde 72 buçuk milletin 72 buçuğu da var.
-Tahtacının içinde ayrıca var.
-Tahtacının içinde var. Çünkü neden dersen tomruk işi başladı. Sarıgeçilisi var, yörük aşiret ismiyinen, Karakoyunlusu, Akkoyunlusu var, bilmem çeşit çeşit isimler var. Bu gibi şeyler nasıl oluyor? "Ormanda ben de çalışacağım, sen de çalışacaksın, ne olacak? Hep bir araya toplaşacak. Herkes Tahtacı olup çıkacak. Yani aynı particilik gibi.
Esas bize Aydınlılar denir. Kökünü dibayetini araştırdın mı Aydınlı aşireti, bizim kabilemizin kökü bu. Yani bize Aydınlı tahtacıları da denir.
-Peki Tarsus'takiler hangi soydan?
-Bunun içinde Menemenci deniyor, İzmir Menemen'den gelmişler. İşte İran tabyası olan kısmı var.
-Yani İsmail Bey sanki buralara göç doğudan değil de batıdan gelmiş gibi.
-Evvelinde tarih okuyanlarla çok konuşurum. Evvel Konya'nın padişahlık devri sürdüğü zamanda Çukurova'da kimse yokmuş Konya'nın padişahı demiş ki "aşiretleri sıkıştıralım da Çukurova'ya yerleştirelim" demiş. Tutmuş bütün aşiretleri buraya sürmüş. İlk bu dedemin babası gil bu aşiret sürme ayağında buraya gelmişler. Burada sıtma hastalığı olunca "burada yaşanmaz" demişler. "Yaşanmaz" deyince padişah aşiretin göç edeceği bu gibi yerlere asker dikmiş. Ne kadar sıkıştırdıysa bunları yerleştirememiş, vezirine danışıyo. Veziri de demiş ki "gidelim İran'dan Irak'tan arap getirelim de buraya yerleştirelim" ve getirmişler. Esas bu fellah dedklerimizin kökü oradan gelir. Bunlar sıcağa dayanıklı ya. Onların sıcağa dayandıklarını görünce millet de yükleşe görmüş. Böylece Çukurova'ya yerleşim olmuş.
F-AĞAÇLAR HAKKINDA İNANMALAR
-Peki gene ağaçlara dönelim. Şu ağacı kesmek günah mı sevap mı? Ağaca baltayı vururken bıçkıyı vururken günah ve sevap gibi bir şeyler aklınıza geliyor mu?
-Şimdi bu günah sevap için ben birşey diyemeye-ceğim. Çünkü, neden dersen Cenab-ı Allah insanları yaratmış.
-Biz yorum yapmayalım. Benim öğrenmek istediğim halkın arasında bu konudaki inaçlar ne?
-Bizim için ağaç kesmede vay günahtı, vay sevaptı diye birşe yok. Bu bir ihtiyaç maddesidir. Bir yandan yetiştirilir bir yandan kesilir.
-Mesela çok güzel bir ağacı kestiğinizde rüyanıza giriyor mu? İyi, kötü?
-Biz şimdi her ne iş olursa olsun, mümkün dahilinde, öteden beri gördüğümüz gedişatlar diyelim, bize Orman Müdürlüğü iş verdiği zaman kesime gireceğimiz zaman, her hangi bir kaza bela olmasın deyi kurban keser, işe ondan sonra başlarız.
-O kurbanı nereye dağıtırsınız?
-Dağıdıyım dese dağın başında kim var ki kime dağıtsın? Kurban kesilir, o işe girecek olan herkes toplanır, veyahut, pay deriz biz, kendi armızda taksim ederiz; kaç kişi varsa, on kişiyise onparçaya ayrılır, peygamber usulu, kurayla dağıtılır.
-Bu usul Hebib Nacar'ın zamanından beri böyle devam eder.
-Hebib Nacar kimdir?
-Habip Nacar o mesleğin piridir.
-Ne yapmış?
-O başlatmış?
-Sizin İsminiz ne?
-İsmail.
-İsmail Efendi, bu mesleği biliyorsun herhalde anlat bakalım ?
-Habip Nacar ormana girermiş, sırtıyla odun taşırmış. Ondan sonra bu, baltayla ağaçları yontmaya duruyor. Yonup gene evlerin, köylülerin ihtiyacını gideriyor. Bu şekilde devam ediyor. Tahtacılığın piri Hebip Nacar. Hatay'da mezarı var!..
-Habip Nacar'ı ziyarete gidiyor musunuz?
-Gidiyoruz.
-Peki ne gibi şeylere iyi geliyor? Yani çocuğu olmayanlar mı gidiyor?
-Hayır, öyle birşey yok. Sadece tahtacılığın piri olduğu için ziyarete gidiyoruz.
-Hebib Nacar meselesini mantıken ele alalım. Mesela ben simdi 10 metre atlıyorum desem sen bana inanır mısın? Hebib Nacar, kimi rivayete göre parayı kazanmış eskilerin giydiği gibi fistan varmış üzerinde fistanın cebine paraları doldurmuş, karşıdan da Hızır A.S geliyormuş. "O ne cebindeki?" demiş Hızır A.S. (Eskiden paraya yonga denirmiş) Habib Nacar'da "yonga" demiş. "Yongana bereket" demiş Hızır A.S. O zamandan beri bizim yongamıza bereket düştü. Paranıza bereket deseydi paramıza bereket düşerdi.
-Paranız bereketsiz mi?
-Sen ayda 1 milyon alırsın, on iki ayda 12 milyon yapar. Sen şahane şekilde yersin, içersin, giyinirsin ben ise senede 3 ay çalışırım, 20 milyon alırım, 10 gün sonra gelsen cebimde para yoktur. Paramızın bereketsiz olmasının nedeni ne biliyon mu? Sen, mesela bugün Mersin'de öğretmensin. 1.5 milyon para alıyorsun 1 ay sonra Mut'a verseler, 1 ay sonra da Erdemli'ye verseler sen o maaşla borçlanırsın. Kısıntıyla, sıkıntıyla hesap yapıyor orman dairesi. O hesaptan bir de düşüyor, tercih hakkı alacağım diye. Diyelim siteri 25 bin liradan kesilmesi icab ediyorsa tutuyor size 14,15 bin lira siterde para veriveriyor. Buğün benzinin litresi şu fiat. Bir motorun fiatı 5,10 milyon olmuş. Bir parçasını alacak oluyorsun şu fiat. Bu masfları göz önüne almıyor. Bir de hayvanla taşıması, kesimi var. Biraz evvel, siz gelmeden önce benzine gelen zam tartışmasını yaptık. Bir siter odunu kesmek için, yakıt masrafı şu fiatı bulmuş. Buna siz onbeşbin lira verirseniz ne olacak. Bunun beti bereketi olur mu? Sen siterini kaça satıyon? 150 bine. 50 binini işçiye ver bakalım. Bereketi nasıl oluyor.
G-MUHTELİF KONULAR
-Adın nedir emmi senin?
-Hüseyin Koçak
-Yaşın kaçtı?
-70
-Nerede oturuyorsun?
-Ağaçların arasında oturuyorum. Bu sene ağaçlarımız yaprağını tepeden dökmeye başladı. Acaba kış mevsimi nasıl olacak Bu sene kış erken geldi. Diyeceğim, herşeylerden kendine bir tecrübe çıkaracaksın. Bu yaprağın yokardan dökülmesi kışın erken geleceğine işaret.
-Peki niye size tahtacı demişler?
-Bu da zanaatımızın icabı.
-Bu zanaat ne zaman başlamış?
-Onu bilmem ben.
-Dedeleriniz nereden gelmiş?
-Bizim dedelerimizin kökü Horosandan gelmiş.
-Hiç ağaçeri diye birşey duydunuz mu?
-Duymadım.
-Ağaçtan neler yapıyırsunuz? Kesmenin dışında oymacılık da var mı?
-Müşteri ne şekil isterse o şekilde yapıyoruz. Şimdi bu zanaatların hepisini durdurduk. Devletin hüneri çoğaldı. Buradan tüm bir gövdeyi götürüyor aşağıda hızara veriyor. Devlet bunu değerlendiriyor. Bizim zamanımızda ağacın kabuklarını yontuyorduk ormanda kalıyordu ama şimdi hızarda değerleniyor.
-Peki, demin ben İsmail Efendiye sordum. Çamalanı'yla sizin aşiretler arasında ne gibi ayrıcalıklar var? Birbirleriyle uyuşmayan hangi konular var?
-Onlar çoktan beri orada oturuyor, biz 1935 te geldik. Mülk onların dedesinin dedesinden kalmış. Onların görgüsü, bilgisi bizden yüksek olur. Bilirsiniz kartal vardır, uçar. Höyle yattı mıyıdı kafayı höyle korumuş. Kafayı ne yanna eğdiyse, sabah kalkar o yanna uçarmış, kısmeti o yanda olur diye.
-Gelenek, görenek bakımından örf ve adet bakımından nedeğişiklik var?
-Onların bizden inancı kuvvetli olsa gerek. İşte binaları gözÜnÜzle gördünüz. Bunlar hep geçim yüzünden dağıldı. Bizim topluluğumuz bir yerde olsa, icabında kendi göreneğimize göre bilenden sorar öğreniriz. Onu oturdur, ona bir soru açarız, o soru ilerler gider.
-Sen anladın galiba benim ne sormak istediğimi?
-Senin sorduğun benim inancıma göre,tam manasıyla biz açıklayacak olsak diyelim, belki mantık kabul edecek belki etmeyecek olacak.
Bizim inanca göre, alayım ve boşayayım yok. Bir karıyı aldığın zaman eski adetlere göre, onun cenazesi çıkacak o evden. İşte bunun gibi, neler değişik?
-Ben çok yerler gezdim!..
-İyi ya nerede neler değişik?
-Muğla'nın köylerinde bu adetler değişik. Bir kaç köy Aydın'da var adetlerimiz değişik. Giyimde olsun uç etek kalktı.
-Peki bir de hoca, rehper olayı var. Sizin hocanız bu köyden mi? Başka köyden mi? Hangisine bağlısınız?
-İslahiye'den de gelirdi. İbrahim Sani'nin bekçisi gelirdi.
-Buradan olan yok muyudu?
-Buradan olan da varıdı.
-Ben askere gidip geldim. Gidip gelene kadar kadın nedir bilmezdim. O zamanda genciken, 15-16 yaşındayıkan ıkrar verdiğimiz, dedelerimizin verdiği nasihattan çıkmamağa, eline beline diline deyi yemin ederdik. Ikrarın var mı yok mu derlerdi. Bir adam ıkrarım var derse söylediğine de inanırlardı. Ikrarım yok dedi mi yularsız eşeğe benzer derlerdi. Ben o ikrardan gördüm.
H-IKRAR VERME,IKRARDA DURMA
-Ikrarı hoca size nasıl verdirdi?
-Şimdilik bilemiyorum. Bir akşam toplanırdık, merasimden geçerdi, hoca bizi toplar, herkes yemek yapar, yemekler yenir, kadınlar ayrı yerde, erkekler ayrı yerde toplanır. Kadın olsun erkek olsun, elinle koymadığına, gözünle görmediğine, eline beline, diline sahip olacağına o törennen aynen askerliğin yemin töreni gibi merasimden geçer. Yemekler yenir dualar okunurdu.
İki kişi birbiriyle kavga ederse hocanın önünde aynen muhakemedeki gibi hesaplaşılır, onların işleri hallolurdu.
Döğüş olmazdı çekiş olmazdı, kimse kimsenin ırzına yan tanımazdı. Diyelim ben buğün kendi kızımı sana emanet ediyom, hora bahçe kazmaya gideceğim, geç git.
Tahtacılarda heç bir pislik olmaz. Biz öyle öğüt almış kimselerik. Kımsenin ırzına yan göz ile tanımadık. Hocanın elinde Kuran var, bize Kuran'a el bastırırdı, kimseye kötülük etmeyin diye.
-Bir zina olayı olsa hocanız ne der ?
-Onu heç o cemaate komazlar.
-Peki o bir yemek verse yine mi affolmaz?
-Yemek de verse ne yaparsa yapsın onu hiç kimse kabul etmez. Yedi sene onunla kimse konuşmaz.
-Hırsızlık yapsa?
-Onu da kabul etmezdi. Hırsızlık yapmayacak fakat yalan söylese belki kabul ederdi. Yani bu mesele Hz.Ali'nin Hz. Peygamberin zamanından beri uygulanırdı.
Bir hocayla tartışma yaptık, hoca dedi ki; "Dinimiz bir, kitabımız bir, diyoruz" dedi. "Dur kalanını da ben söyleyeyim" dedim. "Söyle" dedi. "Biz namaz kılıyoruz siz kılmıyorsunuz, biz oruç tutuyoruz siz tutmuyorsunuz diyeceğiniz" dedim. Biz de oruç tutuyoruz. Siz otuz tane tutuyorsunuz, biz on tane tutuyoruz. Siz namaz kılıyorsunuz, bizim de kendimize göre niyazımız var. Bir niyaz, bin namaz diyor" dedim. "Bunu bana bir izah et?" dedim. Durakladı, duravardı. "Duraklama" dedim. "Mezhebin ne senin?" Dedim. "İmam-ı Hanife" dedi. "Heç yalan söylemeyecen, söylersen ağır konuşurum" dedim. "Bu ne zaman kuruldu, senin Hanife dediğin?" "Peygamber öldükten sonra" dedi "50-60 sene sonra." "Peygamberin mezhebi neyidi?" Dedim. "Kur'an'ıdı" dedi "Ey kur'an'ıdı da sen niye kur'an'a şeyapmıyon" dedim. "Harun Reşid'in Hanife isminde bir kızı kurmadı mı bu mezhebi?" dedim. "Buna niye gidiyon?" "Gel bu pirincin daşını ayıklayalım, bana namazdan, şundan bundan bahsediyon? Peygamber zamanında da bir mezhep varıdı, 5. mezhep diyonuz, harıca dutuyonuz onu" dedim. "Bu nehal oluyor? Sen Hz. Peygamberin mezhebini niye benimsemiyon?"
Tartışıyok, tabi tam manasına, köküne dibayetine inemiyok. Hocalara soruyoruz hocalar da açıklama yapamıyor. Çok derin bir mesele.
-Bu olayın İran'dan geldiğini biliyoruz. İran'ın % 75 i Türk ama İran Şiiliği elinde tutuyor. Öyleliklen bu meseleyi elinde tutmayı başarıyor. Bu şiilik nedir? Ne değildir? İyi midir? Kötü müdür? Günah mıdır? Sevap mıdır? Bizim konuşacağımız konular değildir. Aklımız var, mantığımız var kıtabımız var, herkes kafasının hükmettiği gibi yapacak. Bu inançdan bize kalan neler var neler yok? Onu tespit etmeye çalışıyoruz. Biz o konulara girmeyelim.
-Siz bize diyorsunuz ki tahtacısınız, alevisiniz. Bizim kimsenin ırzında, namusunda gözümüz yok. Siz diyorsunuz ki ne yaparsanız yapın. 5 vakit namazı kılıverdin mi bütün günahlarınız affolur. Böyle bir şeyi bizim mantığımız almıyor.
-Yok zaten bunun İslamiyet'te de yeri yok. Bazı inançlar var. Demin denildi; yaprağın üstten dökülmesi kışın soğuk olacağına alamet gibi..Başka neler var. Bu kışla ilgili, yazla ilgili, havanın kapalı, güneşli olmasıyla ilgili.
I-METEOTOLOJİ
-Pinar pelitlerinden fark eden oluyor. Bir de güz aylarında, ay doğduğu zaman, ayın şeklinden..
-Nasıl biliyorlar?
-Ben ufaktım. Bizim köyde bir yaşlı adam varıdı. Akşamınan o yandan ay doğmaya durdu. Adamın kendi içeride oturuyor. Ak sakallı şöyle. "Ay doğdu mu?" dedi. Biz de ufağız, dışarıda oynuyok. 10-11 yaşlarındayık. Adamın ismine de Veli Dede derik. "Doğuyo" dedik. Kendi oğulları da var, benim yaşımda. "Kızartı var mı yok mu?" Dedi. Biz de "ne yapacaksın kızartıyı, neyi" deyi dışarıdan bağırdık.
-Dedi ki, "hoca senin dediğini çocuklar anlamaz!. " Çocuklar anlamaz deyince. "Ay dogdu mu" dedi, "doğdu" dedik. "kızarık mı, değil mi?" dedi. Kızarık mı dedik, ne dedik hatırlamıyorum. İşte ay doğarken ahşamdan kızarık olursa yagışlı mı gider yoksa kurak mı gider orası hatırımda kalmadı. Ordan takip ederdi.
Babamın annesi vardı, "buğün mülkün sahabi gelecek, “evleri sarın, kıştan kendinizi koruyun” demiş. "Bu güneş havada ne kış olacak!" Evleri sarmışlar dediği yere yıkmışlar. Sabah kalkmişlar ki kadının dediği yerde adamakıllı kar yağmış. Havanın durumundan böyle bilenler var amma..
-Kuşlar bir araya gelirse ne gibi hava tahmini yaparlar?
-O kuşların toplanması havanın soguk olacağını gösterir.
-Bu konuları iyi bilen kim var?
-Hindi burda bilen de pek yok.
-Bir de kırlangıç kuşları var, göçmen kuşlar. Bunlar engin uçarsa hava ekseriyetle yağışlıdır.
-Yani o sene yağışlı olacak.
-Ayın kenarındaki ağ yakın olursa mı kurak oluyor, uzak olursa mı, onu şimdi, ben de çıkaramıyacağım. Herhalde yakin olursa kış yakın oluyor, çevresi geniş olursa kış uzun oluyor. Bir de ayın ağzını da takip ediyorlar, biraz kıbleye yakın olursa kış olur derler. Ahmet Hoca olaydı o bilirdi, tam böyle doğuya yönelik olursa kiş çeker derler. Bizim eskilerden duyduğumuz böyle. Senin dediğin de havanın yağış şeklidir. Aklık geniş ise havada bir kaç gün daha boşluk var demektir. Yakin ise kış yakındır.
Zamanında çoban dağda ya, dağda koyun güdüyor ya gece bir kar, tufan oluyor. Gitmeye; çobanı, koyunu kurtarmaya hiç imkan yok. Yaşlı adamlara soruyorlar, "bu çobanlar dağda kaldı, koyun dağda. Admlardan umudu kestik ya acaba koyun kırılır mı?" deyi soruyorlar. "Koyun kırılmaz, adamlar da" diyo, "gece saat on ikiye kadar ölmez ise ondan keri hiç ölmezler" diyo. Çobanlar koyunun araya kepeneklerini açmışlar, Gece saat 12 deyince bir ılıklık peydah olmuş. Çobanlar gelince soruyorlar da öğreniniyorlar. "Gece yarıya kadar çok fenaydı, kendimizden umudu kestiyidik. Fakat Tam gece yarıyı geçince ondan sonra bir ılıklık geldi, kendimizden korkmadık, ölmezik dedik" Yani böyle ayların gününü takip edenler var amma şimdi biz bilemiyok.
-Peki yildizlardan?
-Yıldızdan, ayın doguşundan, şimdi, eski hesap yeni hesap deyi hesaplamalar var. Babam sayardı. Hangi ayda nasıl kış olcağını bilirdi. Şimdi o eski hesaptan ben anlamam, yenisine eskisine pek akıl erdiremez oldum.
İ-KÖTÜ HADİSELER
-Yaşın kaç, adın ne senin teyze?
-Fatma
-Yaşın kaç?
-Ne bileyim seksen mim, doksan mım, bilemem, ağzımda diş kalmadı.
-Nereleri gezdin, nereleri gördün?
-Nereyi gezeyim Kızılkaya'yı gezdim.
-Gençliğinde nereleri gezdin?
-Alanya'dayıdık, gençliğimde buraya göçtük geldik, öyle
duruyok işte.
-Şimdi bizim geleneğimiz nasıl, eskiden bizim önderlerimiz nasıldı, biz eskilerin izinden gelmişik, ne olmus bu geleneklerimizden bildigin kadarını anlat?
-Lata yaptın mı?
-Yaptık ya, yapmadık mı? Daha dün başladık lataya.
-Sen de çalışır mıydın?
-Çalışırdım ya!
-Bayağı kuvvetliydin o zaman?
-Kuvvetliydim ya.
-Peki rahmetliyle nasıl evlendin?
-Rahmetli değil, daha o da sağ!..
-Kocayı nasıl elde ettin, söyle bakıyim?
-Allah'ın emri ile istediler, verdiler.
-Bir tahtacı kızı beyini nasıl seçiyor?
-Nasıl taniştınız söyle bakayım?
-Bir obadaydık, istediler, komşumuzudu, hısımımızdı, babamız da verdi, vardık. İşte bu kadar, başka ne olacak.
-Peki böyle çok ilginç olan, bir olay anlatır mısın bize?
-Böyle bir şey yok.
-Senin değil, başkalarında, komşunda, zorla kaçırma falan gibi.
-Kardaşıynan dağa getmişler, bir kız. Çalışmaya gitmişler Biceğiz kızı götürmeye varmışlar zorunan. Bacısını kaçırmaya. Kızı kaçırmaya, zorunan kacirmaya, zorunan almaya.
-Kim kaçıracak oluyor, gene aşiretten biri mi?
-Aynı aşiretten hısım, akraba. Varıyorlar kıza, oglanı tutuyorlar, kız kaçmak istiyor, tabiki bunlar beş, altı kişi varmışlar. Kızı da tutuyorlar, oğlanı da tutuyorlar. Eskiden kuşak olurdu, yedi kere dolarlardı bellerine. Onuylan baglamışlar oğlanın kolunu, iyi baglayamamışlar ama agaca sarıvermemişler o kadek. Ikını verdi miyidi kuşağı kırıverirmiş oğlan. Akıl edememişler ki, katırdan urganı alıp da oğlanı bir eyi saralar. Yıkmışlar, çocuğun boynunu kırmışlar. Boynu kırılınca nere kımıldayacak. Kız da kaçmış, tutulmamış, yolda bunun eteği çalıya geçmış. Oraya düşmüş, bakmiş ki oğlan ölmüş, kız da tasasından duşüyo. Kız eve varıyo "baba oğlanı öldürdüler beni dutamadılar!.." Geliyorlar ki oglanda hayır yok. Davaya düştüler ay oğlum da, öldurenler mapusta yatdılar. İşte böyle oluyo işte..
-Yoluna agıt yaktılar mı?
-Olmaz mı!..
-Ne dediler agıtta?
-Deleanlı mıydın, yigit midin, bu hallara nasil geldin, bir insana gücün yetmedi mi hay yavrum, deyi. Anası babası duman attırmış o dağlarda. E ne etsinler giden gitmiş.
-Yüzünü falan cirmalamadı mı anası. Sizde hiç böyle yüz cirmalama adeti var mı? Saç yolma, elbiselerini yırtma?
-Yok..
-Ağlarık, ağlarık, boyuna aglarık. İşte öyle olur.
.... ellerinden de geldim yayan
Dayan yüreklerim de dayan
Emmim atam geliyo da kimi atlı kimi yayan
Tarlada bağlı kaldı atım.
Bozulmuş bağlara döndü tahtım
Halil Paşa'yınan da şaha attım
Yazık diye ağlayın erenler bana
-Devam et..
-Cuma ağşamı gördüm ben onun üryesini.
Halil Paşa'm sarpa düşürdü işi
Yazık diye ağlan erenler bana
J-KURBAN KESME
-Bizim inancımıza göre tekbir okumasını bilmeyen biri kadın erkek fark etmez, kurban bayramında ya kurbanını kendi kesmez ya diyelim ki, bıçağını çıkarırsın, eline alırsın, önderin önüne varırsın, yani hocanın dedenin; bıçağı şöyle tutarsın dara durursun, ayağını dara bağlarsın, yani Cenab-ı Allah'ın huzuruna namaz kılıyor gibi dara durursun. Tekbiri okur bu bıçağı yumarsın getir kes kurbanı kabul olur. Eğer sen tekbir okumayı bilmiyorsan o kurbanı kessen dahibizde kabul değil.
-Peki şimdi sizde bunu yapmayan keçi kesen de var.
-Var mı?
-Simdi bizim köyümüzde yok. Başka yerlerde var olanlar olabilir. Kesiyorlar amma kabul olmuyor. Kaburgediği, Çamalanı dedin ya onlarda var.
-Yani sığır da kesme olayı yok, tek koyun.
-Kurban bayramında kurban niyetine kestikten kelli koyun dışındakileri biz yani Kızılkaya halkı asla kabul etmeyiz. Diğer zamanlarda keçi etini, keseriz yiyoruz.
-O başka mevzu, o başka!..
-Sadece kurbanda koyunun haricinde bişey kesmeyiz. Paramız dahi olmasa, borca para alırız yine kurbanımızı keseriz.
K-İBRAHİM PEYGAMBER
-Şimdi Halil İbrahim, İbrahim Halilullah, Urfa'da da Halilullah var a mancınıgı da duruyo.
-Evet..
-Mancınıktan atıldı. O zamanın gününde öldürmek maksadıyla.
-Evet
-Hani, ötekinler, Yahudiler, gavurlar diyelim. O mübarekte kaçtı. Ondan kacıyo bir delige sokuluyo, korktugundan kaçmıyo onların mancınıktan atma maksatı öldürme için. Bu maksatınan deliğe varıyorlar. O zaman deliğin agzını tutuyorlar, o zamanın behrinde, uzun, ucu kebab şişi şeklinde diyelim, şişler olurmuş uzun demirler varmış. Sokmuşlar maksatları öldürmek, öldürecekler.
-Ateşe atmadılar mı?
-Baştan başladım.
-Evvela mancınıktan atacaklardı. İkincisinde kaçtı deliğe sokuldu. Ondan sonra tuttu, ille onu öldürmek maksatları, tutup deliğe süngü soktular çektiler ucunda kan yok. Eger ucunda kan olmuş olsaydı, öldürmüş anlamında, yaralanmış anlamında düşüneceklerdi. Bu sefer deveyle odunu getirdirler. Sandal diyorlar biz hardal deriz. İşte bu iscilik yönünden yani kafamız yozlaştı. Ekmek şeyinden şundan bundan ama hakikattan habarımız var neyin ne olduğundan bu yönlerden.
Duttu getirdiler deveyi, götürdüler. Sandal odunu kestiler yığdılar sırtına, ıhtırdılar tabi yüklettiler. Deve art yanını kaldırıp ta ondan keri ön yanını kaldırıyor ya.. Kaldırınca odun önüne kaydı. Bir daha gene şey oldu devenin ön ayaklarını bu sefer çottular, tövbe ard ayaklarını çottular, bir daha yüklettiler mübarek önünü kaldırınca bu sefer diğer halk da yardımcı oldular bir kaç kişi böylece kaldırarak odunu dökmemek maksadıyla, ilkin odun önüne dökülüyordu bu sefer de arkasına döküldü. "Bunda bir iş var" dediler. Yakacak olan kişiler.
Bu sefer tuttular şu bizim şimdiki elimizdeki katır hayvanını aldılar. Götürdüler. Odunun bir tanesini düşürmeden katır hayvanı getirdi. Züriyetinin çoğalmaması ta ordan ireli geldi bu katır hayvanının. O da intizar aldı.
-Eee..
-Odunu getirdiler yığdılar şimdi deliğin ağzına odunu, yığdılar. Bir ateş. Tabi bunun incesi var kalını var. Yanarkene maksatları, ya bunalıp deliğin içinde öldürecekler ya delikten ateşin buharıynan sıcagıynan ordan bunalıp, can meselesi ile çıkıp kaçacak, ateşin içinden kaçacak, ateş yakacak. İlleki öldürecekler. Maksatları öldürmek yani.
Ordan tuttular ataş gür gür gür kömür ocağı gibi yanıyor, yandı. İnce şeyler köz olmaya durdu, kalın şeyler de karardı o böyle yanmaya durdu.
Mübarek, girdiği delikten bir su patladı. O közler sandal odununun közleri, bütün közler balık oldu. Deliğin çevresindeki yanan yer göl oldu. Hiç bulanmayarak bembeyaz çakıl beyaz bembeyaz kum. Böylelikle iş orda bitmiş oldu. Dediler, "bunda bir mucize var". Mucize demek de gerçek bir kelime.
-Davşan olayına geçelim.
-Biz o yolun yolcusuyuz aklımızın erdiği kadar anlatayım. Tabi önce bu tahtacılık biz önce yerliyidik. Her zenahatin bir piri var. Daha Habib Nacar, bu işçiliğin tahtacılığın piri.
-Yani ilk o mu bu mesleği icat etti?
-O icat etmiş.
-Tarihi var mı acaba, belli mi kaç sene olmuş?
-Bilemiyorum.
L-YEMEKLER
-Senin adın ne teyze?
-Döndü
-Döndü teyze en tatlı yemek hangisidir? Sizin aşirette en kiymetli, en lezzetli yemek hangisidir?
-Hepsini lezzetli yaparız.
-Hepsi lezzetli de en iyisi hangisidir, ona ne diyorsunuz
-En iyi et yemeği yaparız.
-Hangisidir o, ona ne diyorsunuz?
-Yahni.
-Neyleri nasıl yaparsın?
-Daha başka ekmek pişiririz, döğme pişiririz.
-Soganı koydun, salçayı da koydun, eti kavurdun? Biraz da su katıyon öylece pişiyo.
-Üzerine ne koyuyorsunuz fasulye mi?
-Evet fasulye.
-Başka na koyuyorsunuz?
-Başka birsey koymayız.
-Fasulyeyle et mi,yahni dediğin yemek o mu?
-He he
-Yahni öyle mi pişer, patates koymaz mısınız içine?
-Patatesi ayrı pişiririz.
-Bu yahni dediğin sadece fasulye, et ve domatesle yaptığın şey.
-Heye.
-Eee başka?
-Neydi adin senin? Ha Döndü teyze. Başka hangi yemekler? Yaşın kaç senin?
-Hemen hemen altmış.
-Başka hangi yemekleri yaparsınız? Ormanda agaç kesiyorsunuz, ormandaki hangi otlardan hangi yemekleri yaparsınız? Peki kullandığınız kaplarn isimlerini say bakayım bana? Tabağa ne diyorsunuz? Sahan mi? Ondan sonra kaşığa ne diyorsunuz?
-Kaşığa, kaşık deriz. Çömçe deriz
-Başka çömçenin büyüğü
-Başka büyüğü yok.
-Peki o delikli olan şeylere?
-O dediğinden burda kullanilmaz.
-Hiç otlar toplayıp yemek filan yapmaz mısınız?
-Toplarız.
-Nedir onların adı?
-Gıckan deriz.
-Nasıl o?
-Böyle eline aldın mı ular ular eder yaprakları
-Ne zaman yetişir o ot.
-Baharın, yazın.
-Nerelerde yetişir?
-Ekinlerin kenarlarında, tarlalarımızda, gelin alı deriz o olur.
-Peki gırışkanla ne yaparsın?
-Börek yaparık.
-Gelin alıyla
-Onunla da börek yapariz.
-Doğrar, gıyarık, öceler böyle sıkarık göksuyunu, börek yaparız.
-Başka otlardan hangilerini kullanırsınız? Çay otu var değil mi, nerede olur?
-Kırlarda olurlar, çayı temiz olur.
-Başka, kekik var?
-Acı yavşan olur suyu çıkartılır. Calba olur suyu çıkartılır.
-O nasıl bir şeydir?
-O da kaynar çay gibi aynı, suyu çıkarılı.
M-TEDAVİ
-Şimdi Allah göstermesin agaç keserken birinin elini bir şey kesti, ilk çare ne yaparsınız?.
-İlk çare ispirto, tentirdiyot bulup doktora doktora kavuştururuz. Onları yaparız.
-Diyelim onlar yok, bulunmadı diyelim, ne yaparsınız?
-Acık çamdan deşiniriz yaranın üzerine o yapışır iyi olasıya o orda kalır.
-O çamdan akan sıvıyı yaranın üstüne koyar sararsınız? Kanı keser mi, o kanı durdurur mu?
-Kanı durdurur.
-Başka kabuk felan bir şeyler surer misiniz? Peki kırık oldu diyelim, kırıga ne yaparsınız?
-Yerine getiririz.
-Nasıl getirirsiniz?
-Köyde değil dağda kırıldı diyelim.
-Neydiyelim ay oglum mum olur mum.
-Ne mumu?
-Bal mumu, baldan mum çıkarırlar ondan melkemle, muşamba.
-Melkem mi?
-Onu koyarık koluna
-Diyelim agaçtan düştü ne yaparsınız?
-Ölmezse sogan tütürüz
-Başka
-Başka ne edelim Allah'ına yolvarırız. Ali'yi çağırırız.
-Nasıl çagırırsınız, Ali'yi?
-Ali dövlet yetiş! Deriz.
-Ali devlet yetiş.
-Yetişir o.
-Hızır?
-O da yetişir beraber gelir.
-Nasıl çağırırsınız?
-Hastamız düştü ölüyor. Yetiş Ali can yetiş, yoldaş al yanına yetiş deriz, tamam mı?
-Tamam...
-------------------------------------------------------------
Bu araştırma teyple yapılmış ve yazıya aktarılırken mümkün olduğunca aslına sadık kalmaya çalışılmıştır.
(özel arşiv:Kaset no:115-116)