Hilmi Dulkadir
Giriş:
Hiçbir gerek ve zorunluluk olmadığı halde devlet yönetimini elinde bulunduran birkaç kişinin genel dünya politikasından habersiz, ihtiras ve işgüzarlığı yüzünden girdiğimiz dünya savaşından yenik çıkmıştık.
Diğer yandan imparatorluğa bağlı çeşitli etnik guruplar savaştan çok önceleri bilinçlendirilmiş, özellikle İngiliz ve Fransızlarca maddi ve manevi yönden desteklenen bu guruplar bağımsızlıklarını sağlamak için örgütlenmişlerdi.
Bir yanda Balkanlar, diğer yanda Arap yarımadasında bu konuda çok yoğun ve korkunç bir çalışma vardır.
Anadolu içinde Ermeniler ve Rumlar da bu yıkıntının hazırlığında idi.
Anadolu’yu bile elde tutacak askeri gücü olmayan imparatorluk, tüm Akdeniz kıyıları ve Arap yarımadası ile Kafkaslar ve Balkanlar’da gayesiz, şuursuz Türk kanı akıtıyor, dört bir yanda savaşıyordu.
Anadolu’da eli silah tutabilen herkes cephede idi. Cephe dışındakiler ise ya yaşlılarla kadınlar, ya da kolunu bacağını kaybetmiş gazilerdi.
Ekonomik hayatı yürütmek, yaşlı erkeklerle kadınlar da bu gazilere kalmıştı.
Normal bir savaşın getirmesi gerekenin çok ötesinde büyük bir ekonomik sıkıntı, daha doğrusu felaket vardı.
Bu ortamda başlayan savaş bir insanın katlanma sınırını aşan sıkıntılarla bitti.
Yenilmiştik... Sonuç ne olacaktı? Kaybedilen can, kol, bacak ve çekilen sıkıntılarla yetinilecek miydi? Daha kötüsü mü vardı?
Halk büyük endişe içinde, ama manen yeni bir felaketi bertaraf edebilecek hassasiyette idi.
Kaybedecek başka şeyi kalmayanların öfkeli, buğuzlu sessizliği içindeydi, tüm Anadolu halkı.
Suriye bölgesinde bir mukavemet cephesi kuran Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a dönmek üzere 23 Ekim 1918’de Halep’ten ayrılmıştı.
Arabası Kilis yolunda silahlı insanlar tarafından durduruldu. Çok tehlikeli birkaç saniyeden sonra silahlılardan birisi Paşa’yı tesadüfen tanıdı. Bu karayağız Anadolu çocuğu, Paşa’nın maiyetinde bir süre kalmış, büyük bozgun üzerine kaçarak köyüne dönmüştü. Arkadaşlarıyla birlikte İslam Bey’in kurduğu milis örgütüne girmişti.
Çöküntü bölgesinin hemen yanındaki bu yürekli ve vatanperverane davranış Mustafa Kemal Paşa’nın gözlerini yaşartmış, gerçek kurtuluş için beslediği ümit iyice kökleşmişti.
Bu yürekli insanlarla bir süre sohbetten sonra kendilerine; Türkler için savaşın bitmediğini, yapılacak olan gerçek yeni savaşın başladığını ve kendilerini buna göre hazırlamalarını istedi.
Gaziantep’e gelişinde, bu bölgenin köklü ailelerinden birine mensup ve eski Ticaret Bakanlarından olan Ali Cenanı Bey, ailesini çapulcuların saldırısından kurtarmak için göçmek zorunda kaldığını bildirdi ve izin istedi.
Mustafa Kemal Paşa; kaçmak yerine savaşmanın daha uygun ve şerefli olacağını, ihtiyaçları olan silah ve cephaneyi vereceğini, bunu her çeşit saldırgana kullanabileceklerini bildirdi.
Böylece Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’nun gerçek kurtuluşu için uygulamaya, kaybedilmiş toprakların kıyısından başlıyordu.
Dünya savaşı yenilgisinden sonra izlenecek yol hakkında İstanbul hükümeti ile Mustafa Kemal Paşa arasında ciddi anlaşmazlıklar vardı.
Anlaşmazlık, işgalci devletlerin de zorlamasıyla Yıldırım orduları grubunun lağvedilmesi sonucunda bağlandı. Böylece Mustafa Kemal Paşa bir gücün başından uzaklaştırılmış, daha doğrusu kendisi, güçten mahrum bırakılmıştı.
Artık Mustafa Kemal için yapılacak başka iş kalmamıştı. İstanbul’a gidecek, padişah ve hükümeti Milli kurtuluş fikrine yaklaştırmaya çalışacaktı.
Yolu üzerinde bulunan Adana ve Mersin’de bazı temaslar yaparak bazı tavsiyelerde bulundu.
Adana’da şehrin ileri gelenleriyle zenginlerini toplayarak durumu tüm açıklığıyla anlattı ve kurtuluş ümitlerinin tamamen silinmemiş olduğunu belirtti (10 Kasım 1918).
Paşa’nın bu ikna edici, açık, samimi ve milli duyguları körükleyen konuşması üzerine toplantıda bulunan zenginlerden birkaç tanesi ağlayarak kasalarının anahtarını masanın üzerine attılar ve bütün varlıklarını Milli kurtuluş emrine vermeye hazır olduklarını bildirdiler. Mustafa Kemal Paşa hayatında ilk defa ağlıyor ve gözlerinden kurtuluş umudu belirten sevinç damlaları akıyordu.
Mersin’de de mülki ve askeri erkanla bir toplantı yapan Mustafa Kemal, Toroslar’ın eteklerinde bir savunma şeridi kurulmasını ve elde mevcut bütün silah ve cephanenin bu şeridin arkasına yığılmasını emretti.
Yenilgimizle biten savaş henüz son meyvelerini göstermemişti. Yurdun bir kısmında işgal hareketi başlamış, yavaş yavaş yayılma istidadı göstermişti. Bu halde yeni bir kurtuluş davranışı çoklarına gülünç geliyordu. Ama aklı eren ve bu milli felaketten şuurlu olarak müteessir olanlar bir mutlu geleceği hiç değilse ümit ediyordu.
Çok az da olsa bu kurtuluş ümidini ve azmini kamçılayan olaylar birbiri ardından geliyordu.
Adeta gizli bir el; Ermeni, Rum, Arap asıllı bazı soysuzları ihanet için hazırlıyordu.
Azınlık ihanet grubunun kıpırdanışı gözle görülür hale gelmişti. Olayları azınlık grubunun şımarıklıkları, ihanetleriyle sınırlayan ve sadece çevresini görebilen kalabalık halk yığını buğzunu içine atmaya uğraşırken bir haber bomba gibi patladı. İngiliz Amirali Galtrop, Kilikya’nın boşaltılmasını isteyen bir ültimatom vermişti.
Durumun ciddiyetini kavrayan Güney bölgesi komutanı Nihat Paşa, boşaltmayı geciktirmek için çeşitli oyalamalara girişiyor; silah, cephane ve diğer araçların Anadolu’ya kaydırılmasını sağlamaya çalışıyordu.
Gerek görevlilerin çabası ve gerekse halkın sert protestoları kötü sonucu engelleyemiyordu.
16-17 Aralık’ta düşman gemileri Mersin limanına giriyordu. Mersin’i kara bulutlar kaplamıştı... Bu ağır, tarif edilemez, dayanılmaz ızdıraplı hava bir kabus gibi Mersin halkının üzerine çökmüştü.
Halk, en yakınlarını bir daha gelmemek üzere alıp götüren savaşın o ilk acılarını unutmuş; ilk defa gördüğü işgalin ızdırabı ile perişan olmuştu.
Bir yanda çaresizlik, bir yanda her şeye rağmen kurtuluş için sıkılmış öfkeli yumruklar bağırlarda inip kalkıyordu.
İşgal komutanı bu karalı öfkeyi halkın yüzünden okuyor. Herhangi bir sert tepkiyle karşılaşmamak için karaya ilk defa Hintli müslümanlarla, mecusi askerleri çıkarıyordu.
Arkasından her işgalde görülegelen şantaja girişilmiş, azınlıklar örgütlenerek bir ihanet grubu meydana getirilmiş, bunların Türkler’e zulmetmelerine göz yumulmuştu.
İşgal komutanlığı, işgal sınırını Alata Çayı’na kadar genişletmişti. Arazi yapısı işgalcilerin kontrolüne imkan vermediği için Taşeli ile Toroslar’ın eteklerindeki mukavemet hareketini önlemek için de Ermeni çeteleri organize edilmişti.
Halk sessiz sedasız bir kavgaya hazırlanırken işgalcilerin ve devreye soktuğu Ermeni çetelerinin işi nereye kadar götürmekte olduğunu her gün görüyor (varolmak ya da olmamak) noktasına gelindiğinin idrakine ulaşıyordu.
Acı tatlı her haberi neredeyse gününde yurdun dört bucağına yayan bir örgüt kurulmuştu adeta. Aklın ve havsalanın alamayacağı hızla olaylar işgal sahasının dışına kayıyor oradan da daha rahatlıkla içerilere kadar ulaşıyordu. Zulüm, dayanma ve kavga hırsını biraz daha kamçılıyordu.
Bir Ermeni çetesi Tece köyünü sarmış, meydanlığa topladıkları halkın nesi var nesi yoksa hepsini soymuştu. Parasının yerini söylemeyen Molla Ahmet isminde birisi ateşe atılarak yakılmış. İnsanlık dışı davranışa dayanamayıp önlemeye çalışan Nahiye Müdürü Hakkı Efendi’nin elleri taş üstüne konarak dipçikle ezilmişti (20 Şubat 1919).
Bu acı ve kötü haberlerin yanında halkın moralini yükselten haberler de yok değildi: İşgalciler ilk iş olarak resmi ve özel binalara Türk bayrağının asılmasını yasaklamışlardı. Posta arabalarındaki bayraklar da Ermeniler’in tahrikiyle kaldırılmıştı.
Silifke –Mersin posta arabası Alata Çayı’na kadar bayrakla gidiyor, işgal sınırına gelince yerinden alınarak kılıfına sarılıyordu.
Coşkun bir milliyetçi olan posta müteahhidinin gönlü bu yasağa razı olmamış, atların üzerini al örtüyle kapamış, bunun üstüne de beyaz al-yıldız işlemişti. Buna ilk tepki ve tahammülsüzlük yine Ermeniler’den gelmiş, posta arabası kilisenin yanından geçerken büyük bir saldırıya uğramış, kurşun yağmuruna tutulmuştu.
Bu ve buna benzer acı haberler ilk anda halkı büyük bir üzüntüye sevkediyor, ama hemen arkasından kurtuluş için gerekirse canını ortaya koymak, hiç değilse geride kalan çoluk çocuğa hürriyet havasının teneffüs edileceği bir vatan parçası bırakma azmi kökleşiyordu.
HEDEF TOPYEKÜN KURTULUŞ
Bütün bunlar olurken Topyekün bir kurtuluşu sağlamak üzere gerekli örgütlenmeyi yapmak için Anadolu’ya çıkan Mustafa Kemal Paşa, Sivas ve Erzurum kongrelerini başarıyla akdetmiş; Heyeti Temsiliye, en yüksek organ olarak Milli Kurtuluş örgütlerini organize etmeye başlamıştı.
Merkezi Konya’da bulunan 12. kolordunun topçu komutanı Yarbay İzzet Bey , Mut ve çevresindeki örgütlenmeyle bizzat meşgul oluyordu.
Kolordu komutanı Fahrettin Paşa da (Altay) çalışmaları yakından izliyor, İzzet Bey’le sık sık durumu görüşüyor, kendisine gerekli talimatlarla ihtiyacı olan elaman ve malzemeyi veriyordu.
Bu cümleden olarak Koçhisar Müdafaa-i Hukuk reisi Binbaşı Emin Bey (Mengeli merhum) Silifke Askerlik şubesi başkanlığına tayin edilmiş, kendisine esas görev olarak Mut ve Gülnar çevresinde Milli kuvvetleri örgütleme görevi verilmişti.
Milis Yüzbaşı Emin Resa (Aslan) bey de Ilgın’dan alınarak İçel’deki Kuvayı Milliye müfrezeleri komutanlığına verilmişti.
Yarbay İzzet Bey, Sivas Müdafaa-i Hukuk cemiyetinin verdiği talimata uyarak Mut’a gelmiş teşkilatı kurarak 1 Kasım 1919 ‘da beyannamesini yayınlamıştı.
Böylece Mut Müdafaa-i Hukuk merkezi heyeti, İçel’in kurtuluşunu sağlayan mili hareketin İlk fiili örgütü oluyordu.
Hepsi de halkın rahmetine kavuşmuş olan ve kendilerine Cenabı Hak’tan rahmet dilediğimiz, bugünkü hür ve bağımsız topraklarda yaşama olanağımızı borçlu bulunduğumuz teşebbüsün öncüleri olan aşağıdaki zevat Mut merkez heyetini teşkil etmişlerdi.
Asıl Üyeler:Başkan: Mahmut Beyzade MİRZA BEY İkinci başkan : Müftü NADİR BEYÜye : Abdullah Beyzade YAKUP BEY Üye : Kale mahallesinden Naip ALİ BEY (Pepe) Üye : Reji memuru İSMAİL BEY Üye : Hüseyin Efendizade TAHSİN BEY Üye : İzmirli AHMET BEY Üye : Hacı İbrahimzade İBRAHİM BEY Üye : Abdullah beyzade AHMET BEY
SİLİFKE’DE
Mut teşkilatının kuruluşunu gerçekleştiren Yarbay İzzet Bey, daha sonra, Silifke’de 9 Kasım 1919 da Silifke Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’ni kurmuş ve Konya Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Heyet-i Temsiliyesine hitaben bir mazbata düzenleyerek Konya’ya dönmüştür.
Söz Silifke’ye gelmişken beni hep etkileyen bir mektubun da metnini burada vermek isterim.
Bu mektup, merhum Emin Mengenli tarafından Silifkelilere hitaben yazılmıştır. Bir kurtuluş hareketinin nasıl ve heyecanının hangi noktalarda bulunması halinde başarılabileceğinin canlı örneği olan bu tarihi mektubu aynen yayınlıyoruz.
Silifke Müdafaai Hukuk Cemiyeti Merkeziyesine:
Şu mazlum, mağdur millet-i Osmaniye’yi ve devlet-i İslâmiye’yi kalbinden başka her tarafı yaralanmış ve parçalanmış ve yürekleri ancak vatan ve millete vurulan darbe ile yanan münevveran ve vatanperverlerden mürekkep Türk gençliğinin irade-i milliye ve hakimiyet-i milliye namlarıyle tulu ve nihayet taazzuv ile vakfı zevalde ve Anadolu ve Rumeli Müdafaaî Hukuk Cemiyeti namıyle kendini gösteren Şark güneşi, bulutların sıyrılmasıyle İçel sancağında biraz gecce görünmüşse de Mut’tan itibaren seyrane başlıyarak agyarın gözelerini kamaştıracak derecede olduğu asarıyle bahir kasabanızı ziyarete gelen Mut heyeti muhteremesi ve süvari ihtiyat bölüğünün işte görünüşüyle de zahirdir. Kalbi sönmeyen ve sönmesi kudreti ilahîyeye tevafuk etmediğinden söndürülmesi mümkün olmayan ve olamayacak olan Türk ve müslüman milletinin bu husustaki azmi ne mertebede olduğunu dost ve düşman görsün, işitsin, anlasın, dinlemeye de mecbur olsun ve dinlesin!!!
Türk, Müslüman ne istiyor? Mevcudiyetini, bekâsını ve hakkını talep ediyor... Bu talebi silahsız is’af edilmeyince, mevcut silâhına sarılıyor...
O da kifayet etmezse topuzuna, sopasına sarılacak, onlar da elinden alınırsa dişiyle, tırnağıyla fiilen müdafaada bulunacak, bu işe tam yürek ve kalbile başlamış olduğundan mutlaka bir netice istihsâl edinceye kadar dilinin döndüğü, avazının çıktığı kadar da ağzını açarak alemî islâmiyete doğru;
ADALET!... diye bağıracak. Hak sözü işitmemek için alemî insaniyetin kulaklarını kapatmak ve kapattırmak suretiyle adaletsizlik gösteren mütegallibe hükümetlerin birgün olup nihayet kuvvet ve kudretleri kesilecek, mazlumların ahı zalimlerde kalmayacak, mağdurların masgup malları gasıplardan alınacak, işte o zaman hak ve adalet yerini bulacak, tam bir medeniyet ve insaniyet güneşi doğacaktır.
Rica ederim... Şu Mut heyeti ilk ve ikinci hatta çalışmağa hazır, amade bulunan kuvvetlerin üçüncü hat olarak ihtiyatını teşkil eden ve ekserisi ihtiyarlardan mürekkep olan şu kuvvet görülsün. Görülsün de muhterem haksinaz Fransız münevveranı ve Fransız milleti diye öteden beriden muhtelif milletlerden devşirme usulüyle toplayıp salhaneye hayvan götürür gibi milletleri ihtirasatî siyasîye ve menfaatî hissiyelerine kurban etmek suretiyle yekdiğerine saldırıp boğazlattıran, anut bir zümreyi kalile ve hem pek kalile bundan ibret alarak utansın.
-Yahu biz mağduruz... Mazlumuz.
Bizim dinimizden, bizim milletîmizden, bîzîm vatanımızdan ne istiyorlar? En aziz olan hayatını bu uğurda fedaya azmeden dini ve namusu üzerine buna ahdeden, haklı olduğu güneş gibi aşikâr olan bir milletle uğraşmaktan insan ve hem de medenî insan namı mübeccelini takınan insanlar ne lezzet alabildiği havsal-i beşere sığar bir keyfiyet değildir.
Ne duruyorlar bizim İzmir’imizde...
Adana’mızda, hatta diğer Türk ve Müsülman memleketlerimizde ne duruyorlar?
Buraları harbi umumide akan sel gibi kanlar kâfi gelmediği zehabı ile daha kanlara mı boyamak istiyorlar?
Her ne şekil ve surette tasvir ve taşavvur edilirse edilsin milletlerin taptığı ve tanıdığı hak ve mabut buna razı mıdır.?
Hiçbir şey tanımayan insanlarda dahi bir kalp vardır.
Ellerini kalplerine koysunlar, bizim isteklerimizî dînlesînler anlasınlar... O zaman bakalım kalpleri nasıl çarpar.?
Ey muhterem heyetler...
Vatanlarından sürülmüş veya kovulmuş, Silifke’ye sığınmış Adana, Tarsus ve Mersin münevveran, eşraf ve halkı... Rica ederim toplanınınız, insaniyet alemine bağırınız, seslerinizi işîtsinler. Resmi makamlara (Bizim olsun, ecnebi olsun) yazınız. Bütün matbuata yazınız. Adana ve Mersin’de bulunan Fransız işgal askerî kumandanlarına da bir protesto name yazınız. Mümessillerine de yazınız. İsterseniz benim bu yazdığmdan suret alıp gönderiniz. Hatta matbuata dahi gönderiniz.
Korkmayınız! Hak bizdedir... Hak zulme daima galebe çalar... Yalnız hakkı bulmak için hakkını istemek ve isteyebilmek ve istemenin usulünü de bilmek lâzımdır. Ağlamayan çocuğa değil yabancı, anası bile meme vermez.
Anası uykuda olan bozuk sesli bir çocuk boğazını ayıklayıp haykırınca anası da duymaz. Haykırırsa katı yürekli olsa bile hayır sahibi hane halkından birisi veya komşusu anasını uyandırır. Çocuk memesini alır, emer karnının doyurur. Biz ise çocuk değil, ıspatı rüşdetmiş, sin ve kemale ermiş adamlarız.
Yahu... uyanık Arap müslüman kardeşlerimiz bizden henüz ayrıldıkları halde bunlar bile bizden çabuk uyandılar. İglafata kapılan ekseri Osmanlı gayrı müslim vatandaşlarımız bile işbu harekâtın doğruluğuna imanları gibi kandılar. Güneşi görmek istemeyen, karanlıkta yaşamağı aydınlığa tercih eden ve inadından gözlerini bile çıkararak aydınlığa veda etmek arzu eden kısmı kalile sözüm yok. Tabiî bunlar halî îstîsnaîyet teşkil ederler.
Beş parmağın beşi de bir değildir.
Bunun için nura doğru yürümek lâzımdır.
Esselâmü Aleyküm ve Minallahıteyfik.
3 Mart 1336 (1920)
MUT’ta maa Ermenek Dördüncü
Umum İçel Mıntıkası Kuvayı Milliye Kum.
Binbaşı Mehmet Emin
GÜLNAR’DA:
20 Ocak 1920’de Gülnar’a giden ve ilçenin ileri gelenleriyle görüşen Binbaşı Emin (Mengenli), Gülnar Müdafaa-i Hukuk Teşkiltını kurdu.
VE TARSUS’TA
19 Aralık 1918’de Fransızlar Tarsus’u işgal ettiler. Aynı gün Suriye’deki Fransız güçlerinin Mersin’e gelmesiyle Mersin –Tarsus yöresi Fransız askerlerinin yığıldığı bir bölge durumuna geldi .
İşgal Komutanlığı yöre halkı içindeki azınlıkların sayısını arttırmaya çalışıyordu. Özellikle Beyrut’tan getirilip buraya yerleştirilen Ermenilerle birlik olan gönüllü Ermeniler köy ve kasabaları yağmalıyor, halkı tahrik ediyordu.
Hancı Abdo adında bir Müslüman’ın dinine küfredilmiş, o da dayanamayarak saldırmıştı. Ermeniler Abdo’yu göğsünden hançerle yaralamışlardı. Bunun üzerine galeyana gelen halk Tarsus meydanında toplanınca iç karışıklık tehlikesi ile karşı karşıya gelen Fransızlar, buradaki Karamov denilen Ermeni gönüllülerini çekerek yerlerine Tunus ve Cezayir’den getirdikleri askerleri yerleştirdiler.
Öte yandan Tarsus’daki Müdafa-i Hukuk’un kurulmasına Belenkeşlik eşrafı önderlik etti. Çünkü Tarsus işgal altındaydı. Bu nedenle çalışmalar şimdilik Belenkeşlik’te yürütülecekti.
19 Mart 1920 ‘de oluşturulan bu teşkilatın başına Belenkeşlik’ten Hacı İshak Efendi, Üyeleri Evcili’den Ramazan Hoca, Koruma’dan Esat Mustafa Ağa, Esenli’den Halil Efendi, Yanpar’dan Hüseyin Efendi, Çelebili’den Hacı Sakar Ömer Efendi ve Belenkeşlik’ten Mehmet Hoca. daha sonra Halimbeyzade Salih Bey getirildi. Bu örgütte öncelikle Tarsus Çayı’nın Doğusuna yerleşmeye başlayan gönüllü birliklerin yiyecek, giyecek ve malzeme ihtiyaçlarını koordineli bir şekilde karşılamak amacıyla çeşitli birimler oluşturuldu. Ayrıca Fransız birliklerinin istihbaratı ile ilgili olarak bazı kişilere görev verildi.
İlk kez Tarsus Jandarma Başçavuşu Hilmi, Arap Kazım, Leblebici Salih, Terzi Galip, Tıs Halilzade Misbah ve Dabak Nuri tarafından kurulan ve daha sonra genişleyen bir “gizli teşkilat” kurulmuştur.
Müdafa-i Hukuk’a bağlı olarak Binbaşı Emir Aslan Bey, gönüllü müfreze adı altında askeri teşkilat kurmaya çalışıyordu. Mart 1920’de tamamlanan bölge teşkilatlanmaları Mersin ve Tarsus Komutanlıklarına bağlı olarak bir araya getirildiler .
Tarsus bölgesi müfrezeleri iki grup kumandalığına ayrılmıştı.
Kavaklıhan Grubu
Tarsus Grubu
KAVAKLIHAN grup kumandanı Cemal Efendi idi.
Polatlı Müfrezesi
Tekelioğlu Müfrezesi
Aslanyürek Müfrezesi
Müdafa-i Vatan Müfrezesi
Karaca Aslan Müfrezesi
Karafakı Müfrezesi
Dedeağa Müfrezesi
Tarsus grup kumandanı Mutlu yüzbaşı Yaşar Bey idi. O çekilince yerine Binbaşı İsmail Ferahim Bey getirildi.
Müfrezeleri:
-
Demirbaş Müfrezesi: Mustafa Nail (Öğretmen ) şehit olunca öğretmen Ömer Nazmi
-
Çeliktaş Müfrezesi: Molla Kerim şehit olunca Harputlu Ahmet sonra Samet Çavuş
-
Gökbayrak Müfrezesi: Yüzbaşı Galip Bey, Emin Dolunay
-
Tozkoparan Müfrezesi: Öğretmen Veli Haşim . Nail Efe İçel Bölgesinin Yıldırım Beyazıt’ı
-
Selçuk Müfrezesi: Genç İzzet (Adanalı Tevhik )
-
Kayıhan Müfrezesi: Doğan Efe (Çıtak köyünden öğretmen Rıza Timurtaş)
-
Bozkurt Müfrezesi : Özkul Efe (Mithat Toroğlu )
-
Tarsus Gençler Müfrezesi: Lütfi Oğuzcan- Nazım İlteray
-
Baltalı Müfrezesi: Sadık Baltalı
KAVAKLIHAN SAVAŞLARI
Pozantı’ya giden tek yol, Gülek Boğazı, onun girişi Kavaklıhan’dı. Buradan geçmek zorunluluğu vardı. Mevkiinin önemi taraflar nezdinde büyüktü. Düşman ağır ve otomatik silahlarla donatılmış iki tabur, bir süvari bölüğü, iki bataryadan oluşan kuvvetli bir birliği 5 Nisan 1920 ‘de harekete geçirdi.
Önlerine çıkan öncü çeteleri geri atmak suretiyle 11 Nisan 1920 günü Çam Tepe, Bayramlı, Kayadibi köylerimizi ateşe verip yaktı. Amacı iki koldan hareketle Müfrezelerimizi çember içine alıp yok etmek ve tehlikesizce Pozantı’ya gidip Menil taburunu kurtarmaktı. Öncü müfrezelerin şaşırtmak amacıyla hafif müdafasına inanarak zafer sevincine kapıldılar ve esas kuvvetlerimizin ateş hattına girdiler. Türk müfrezelerinin ani yaylım ateşi ile karşılaştılar.
Bütün savaş gücümüz 200’den fazla değildi. Cemal Efe düşmana büyük kayıplar verdirdi. Diğer müfrezelerimiz patika ve uçurumlardan kayarak Fransızları yan ateşine aldılar. Bu durumda topçularda canlarının derdine düşüp toplarıyla birlikte tepenin arkasına kaçtılar. Düşman piyadesi ile başbaşa kalan birliklerimiz yer değiştirerek beklenmeyen yerlerden üzerlerine atılarak düşmanın maneviyatını bozuyordu. Başarıdan ümidini kesen düşman çıkar yolu kaçmada buldu. Ağır kayıplar vererek geri çekildi. Düşman Tarsus yakınlarına kadar kovalandı.
19 Mayıs 1920’de düşman kuvvetleri (II. Kavaklıhan savaşı) Menil’i kurtarmak için tekrar harekete geçti. Eskisinden daha üstün güçleri vardı.
Ağır tanklar bu mevsimde Kusul deresini geçemeyeceklerinden ana yolu takip etmek zorunda idi. Birliklerimiz iki tarafı uçurumlu ana yolun birkaç yerinde derin çukurlar açtılar. Bu çukurların üzeri maskelendi. Birliklerimiz hiçbir tarafa kımıldamamış, ikinci bir saldırıyı bekliyorlardı. Düşman kuvvetleri çukura gelip mevzi aldı. Ortalık bir anda ana baba gününe döndü. Topumuz olmadığından üstünlük düşmanda idi. Düşmanın top ve makinalıların yanı sıra uçakları da onları koruyordu. Neyseki sağ taraftan imdada yetişen makinalı tüfek ölüm yağmuru gibi düşmana ateş açtı. Çukuru doldurmaya çalışan askerler bir anda yok oldu. Sonra makinalıyı kullananın Türkistanlı Hacı Yoldaş olduğu öğrenildi. Düşman burayı aşıp 2. çukura geldiğinde Cemal Efenin oyunuyla perişan oldu. Düşmanı yan ateşe alan birliklerimiz ölüm tırpanı gibi düşmana ağır kayıplar verdiler. Düşman 300 ölü vermişti. Düşman çıkar yolu kaçmakta buldu.
KARBOĞAZI (PANZİN ) SAVAŞI
Kavaklıhan yenilgisinden sonra Tarsus- Pozantı yolunu yaramayacaklarını kesin olarak anlamışlardı. Pozantı’da çevrilmiş durumda bulunan Menil’i ve kuvvetlerini kurtarmaktan ümidini kesen Fransız işgal kumandanı Menil’e verdiği bilgide Mersin taraflarının selamette olduğunu bildiriyordu. Bu nedenle Pozantı’dan hareket eden düşmanla, Kavaklıhan grubuna bağlı Kuvay-i Milliyeciler 28 Mayıs 1920’de Panzin çukurunda karşılaşmışlar ve çatışmaya girmişlerdir. Kuşatıldıkları bu çukurdan çıkamayan Fransız birlikleri bütün silah ve cephaneleriyle birlikte Kara Ahmet komutasındaki Kara Bomba müfrezesine teslim olmak zorunda kalmışlardır. Bunların 6’sı subay 300’ü de erdir.
HACI TALİP SAVAŞI
25 Haziran 1920’de Tarsus Kuvay-i Milliyesine bağlı çeteciler , Fransızların en güçlü karakollarından biri olan Hacı Talip istasyonuna baskın düzenlediler. İstasyonun hemen yanı başında bulunan çiftlik binasına yapılan baskın gece yarısı başladı. Ve saatlerce sürdü.
Karşı cephede bulunan Cezayir ve Tunuslu askerler Arapça “Teslim ol “ çağrılarını duyunca “Ene Müslim” diye Türk tarafına geçmişlerdir. Bunlar 32 kişi olup, bir kısmı yaralı idi. Çok sayıda cephane ele geçirildi.
BAĞLAR SAVAŞI
31 Mayıs Ateşkes Anlaşmasının şartlarından biri gereğince Fransızlar, demiryolunun kuzeyinden güneye çekilmeleri idi. Fransızlar kuzeyden gelebilecek saldırıları önlemek için Tarsus’un 2 km kuzey batısındaki “Bağlar “ bölgesinde bulunan 400 kişilik birliklerini çekmedikleri gibi burayı üs haline getirmişlerdir Bu nedenle buraya “Küçük Verdün” diyorlardı. Düşmanın bu stratejik gücünü bertaraf etmek için Sayköy yakınlarındaki birliklerimiz 14 Temmuz 1920’de saldırıya geçmişlerdi. 3 gün süren savaş sonunda düşman bozguna uğrayarak çekilmek zorunda kaldı. Kuvay – Milliyenin bu savaşta verdikleri en önemli kayıp Tarsus Müdafa- i Hukuk Cemiyetinin eski başkanı Hacı İshak Efendi idi.
KAMBERHÖYÜĞÜ SAVAŞI
Şemsettin Bey de bölgenin en güçlüsü olan Molla Kerim Kumandasındaki Çeliktaş müfrezesine hareket emrini verdi. Fransızlar çarpışmanın devam ettiği sırada zırhlı otomobilleri ile Molla Kerim Müfrezesi hattına girerek müfrezeyi topluca esir ettiler .Elleri kolları bağlı Tarsus’a sevk edilen Molla Kerim’i arkadaşlarıyla birlikte Fransızlar makineli tüfeklerle Paç Köprüsünde şehit ettiler. Mersin’de 7 gün dinlenen düşman güçleri tekrar Tarsus yönüne yürüyüşe geçtiler . Fakat Gökbayrak jandarma müfrezesi Nacarlı köyünde bulunan Bozkurt müfrezesi düşmana saldırarak ağır kayıplar verdirdi. Düşman, birçok silah, cephane yiyecek bırakarak Tarsus’a kaçtılar.
ESHAB-I KEHF SAVAŞI
(25 Kasım 1920) Bölge kumandanı Şemsettin Bey’den yazılı emir alınmıştı. Aynı akşam Eshab-ı Kehf dağına taarruz edileceği bildiriliyordu. Müfreze kumandanları araziyi iyi kontrol etmek için ve başarılı olmak için ertesi güne bırakılmasını istiyorlardı. Fakat emirde bu gece düşmanla temas kurulmalıdır deniyordu. Çünkü Mersin cephesinden düşman emirler yönüne saldırı harekatına başlamıştı. Saldırı için hazırlık yapıldı . Bu savaşa katılan müfrezeler Alsancak, Tozkoparan, Selçuk, Bozkurt, Demirbaş, Çeliktaş müfrezeleri ile sağda ve solda ayrıca müfrezeler şafak sökerken ateşe başladı. Gündüz oyalama hareketi devam etti. Düşmanın ağır makinalı otomatik, bir de dağın tepesinde 7,5 ‘luk topu vardı. Top susturuldu . Fakat tel örgüden sonra 2m boyunda dağın tepesine doğru bir duvar örülmüştü. Adeta dağın tepesi bir kale içerisine alınmıştı. Şehitlerimiz oldukları yerlerde bırakılmak zorunda kalınmıştı . Sabah yaklaşırken bölge kumandanlığının emri geldi. “Sabah olmadan ve düşmana sezdirmeden müfrezeni topla Ulaş’a kadar çekil.. “Emir alınır alınmaz geri çekinildi. Güneş doğarken Ulaş’a gelindi. 6 şehit 5 yaralı vardı. Diğer müfrezelerden de şehit ve yaralılar vardı.
ANKARA ANTLAŞMASI
Fransızların 1918’de büyük emellerle başlattıkları Kilikya işgali tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı.
Urfa, Maraş, Gaziantep’te büyük kayıplar vermişti. Sonuç olarak işgal çok pahalıya mal olmuştu. Tarsus ve Mersin’de yenilgi üzerine yenilgi almıştı. İktidardaki Briand hükümeti Ankara Hükümeti ile barış yolları aramaya başladı. 20 Aralık 1920’de Fransızlar Ankara’da bir antlaşma imzaladılar. Buna göre Fransızlar ellerindeki savaş malzemelerini bize bırakıp çekip gideceklerdi.
TARSUS KURTULUYOR
Ankara Antlaşması’nın taraflarca onaylanmasından sonra Fransızlar işgal altında tuttukları Kilikya bölgesini boşaltmaya başladılar. Tarsus ‘u Fransızlardan teslim almak için Pozantı’da bulunan bütün Mersin Bölge kumandanlık karargahı doğruca Yenice’ye inmiş, Tarsus’la Mersin ‘e gitmek için Adana ‘dan gelecek heyeti beklemekte idi.
Adana bölgesi ve çevresi kumandanı General Muhittin Paşa Yenice’ye gelmiş, Mersin Bölge kumandanlık erkanını da alarak Tarsus’a hareket edilmiştir.
Tren istasyonuna geldiklerinde alkış tufanı içerisinde trenden inmişlerdir. Tarsus kaymakamı Halil Bey tarafından günün anlam ve önemini belirten konuşma yapıldıktan sonra heyet doğruca Gözlü Kule’nin batısındaki meydanlıkta toplanmış burada General Muhittin Paşa tarafından ateşli bir konuşma yapıldıktan sonra Tarsus hükümet konağına şanlı bayrağımız çekilmiştir.
Pozantı ve Adana’da bulunan bölge kumandanları Yenice’de birleşerek 27 Aralık 1921 ‘de trenle Tarsus’a girmişlerd
MERSİN’e gelince:
Mersin'in bazı köy ve bucaklarında Milli Kuvvetlere mensup müfreze komutanları tarafından üçer kişilik Müdafaa-i Hukuk Teşkilatları kurulmuştu. Cephenin Mersin ve Tarsus Grupları olarak ikiye ayrılmasını takiben, Mersin Grubu Komutanı Emin Arslan, Mersin Müdafaa-i Hukuk Heyeti'ni kurmak gerektiği inancına vararak, Çavuşlu Köyü'nden Hıdıroğlu Ali, Mezitli'den Emin ve Çevlik'den Tolluzade Mehmet Hulusi Efendilerle görüştü. Çevre köylerin ileri gelen şahısları ve Arpaçsakarlar Köyü'nden Yedeksubay Süleyman Fikri (Mutlu) Bey'i, 1 Mayıs 1920 günü Çevlik'de yapılacak bir toplantıya çağırdı.
Bu toplantıda, Emin Arslan, Mersin Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı'nın kurulmasını teklif etti. Süleyman Fikri (Mutlu) de:''Düşmanın bir an önce yurdumuzdan kovulması için, düzenli ve güvenilir bir teşkilat gerektiğini, bu teşkilatın da MüdMaa-i Hukuk Teşkilatı olacağını, kendisine görev verildiği takdirde canla başla çalışacağını, köyünde mevcut 15 silahla hemen bir müfreze kurulmasını ve gerektiğinde kendisinin de cepheye gitmeye hazır olduğunu'' belirtti. Bu toplantıda, Silifke'de toplanan üçbinbeşyüz liralık yardımı getiren, Hakkakoğlu Rahmi, Sami Arıkan ve Halil Göksu da bulunmuşlardı. Yapılan seçim sonunda, Mersin Müdafaa-i Hukuk Heyeti'ne aşağıdaki kimseler seçildi
''Başkan: Çavuşlu Köyü'nden Hıdır oğlu Ali Efendi.
Üyeler :
1- Arpaç Sakarlar Köyii'nden Mutluzade Süleyman Fikri Bey.
2- Mezitli Köyü 'nden Hacı Yahya Efendizade Emin Bey.
3- Mezitli'den A1im Bey.
4- Çevlik Köyü 'nden Tolluzade Mehmet Hulusi Bey.
5- Erçel'den Hacı fusufzade İsa Bey.
6- Çopurlu'dan Molla Efendizade Şakir Bey.
7- Çiftlik 'den Balh Hacı İbrahim Bey.
8- İJemin 'den Hakkı Bey.
9- Karayakup'dan Hacı AhmetBey.
10- Bozön'den Gök Molla Mustafa Bey.
11- Emirler'den Dereli Mo1la Mustafa Bey.
12- Dinikar (Tepe Köy) 'dan Molla Süleyman Bey.
13- Arpaç Sakarlar'dan Molla Hacı Resul Bey.
14- Yalmayak'dan Mehmet Kahya.
15- Menteş'den Şıh Mehmet oğlu Abdullah Bey''.
Böylece, kurulmuş olan Mersin Müdafaa-i Hukuk Merkez Heyeti seçildiği gün ilk olarak şu önemli kararları aldı:
''a) Yukarıda adları yazılı 16 kişiden oluşan, Mersin Müddafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyesi adıyla bir heyet kurulmuştur.
b) Bu heyet, 1 Mayıs 1920'den itibaren, inayet-i Rabbani (Allah'ın yardımı) ile kutsal görevlerine başlamışlardır.
c) Görev kutsaldır. Bütün heyet üyeleri, bizler, vatani görevlerimizi namus ve şerefimizle yerine getirmeye söz veriyoruz.
d) Mıntıkamızdaki kuvvetlerin giderlerini karşılamak üzere, başlıca gelir kaynağı olan ağnam resminin, emİr gereğince, 41,5 kuruştan alınması gerekmektedir.
e) Aşar vergisi de, heyet tarafından toplanacak ve korunacaktır. ...
f) Heyet, şimdiye kadarki gelir ve giderini kontrol edecektir.
g) Heyetimizin kurulduğu, bucak heyetlerine bildirilecek ve yardımları istenecektir.
h) Heyet Başkanlığına Hıdır oğlu Ali Rıza Efendi, Katipliğe Mutluzade Süleyman Fikri Bey, Veznedarlığa Hacı Yahyazade Emin Bey İttifakla seçilmişlerdir.
ı) Silifke Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyeiİ tarafından yardım olarak gönderilen 3500 liranın bİr tutanakla teslim alınması ve bir teşekkür mektubu yazılması kararlaştırılmıştır''.
Bir ay süreyle görevde kalan yukarıda isimleri yazılı bu heyet, Mersin'den Hacı Ömer Lütfi (Kutay) Bey'in katılması ve diğer bazı nedenlerle, değişikliğe uğradı..1 Haziran 1920'de yapılan yeni bir seçimde, Mersin Müdfaa-i Hukuk Heyeti aşağıdaki isimlerden oluştu
''Başkan:Hacı Ömer Lütfi (Kutay) Bey. Üyeler : Hıdıroğlu Ali Efendi. Yanparlı Hüseyin Efendi. Mezitlili Emin Efendi. Arpaç Sakarlar'dan Süleyman Fikri (Mutu) Bey. Esenli'den Halil Efendi. Tömük'den Çerkez Ali Efendi. Çifdik'den Hacı İbrahim Efendi. Aladağ'dan Molla Mustafa Bey. Arslanköy'den Molla Mehmet Efendi. Menteş'den Abdullah Efendi. İlemin'den Hakkı Efendi. Yalınayak'dan Mehmet Kahya. Meziti'den Süleyman Hoca. Emirler'den Mercan Mustafa Efendi. Karahıdırlı 'dan Hacı Mehmet Efendi. Erçel'den İsa Efendi. Arslanköy'den Hacı Veliyüddin Efendi''.
Bu mümtaz insanlar ve daha ismini sayamadıklarımız binlerce vatansever pek çok savaşlar yaptı, kanlarını döktüler; kimi gazi, kimi şehit oldu. Küçük çaplı savaşları bir kenara bırakısak Birinci Su Bendi savaşı (5 Mayıs 1920 Çarşamba); İkinci Su Bendi Savaşı(10 Mayıs 1920 Pazartesi); Emirler Savaşı (1 Aralık 1920 Çarşamba); Emirler Savaşı (14 Aralık 1920 Salı)’ nı yaptı.
Öte yandan bir de azınlıklar ihaneti var ki unutulacak cinsten değildir: Cemiyetül İslamiyetül Arabiyetül Hayriye, Cemiyetül İslamiyetül Şiiye ve İslami Cemiyetlerin dışında; Birleşik Ermeni Cemiyeti, Rum Cemiyeti Ortodoks ve Marunilerin Arap Hristiyan Cemiyetleri, Musevi Cemiyeti, Kürt yardım Cemiyeti. Bu cemiyet mensuplarından bazılarının Mersin’in işgalinde Fransızlardan daha fena davrandıkları görülmüştür. Buna karşın, Hıristiyan Arap Cemiyeti ile Musevi Cemiyeti üyelerinin bazılarının büyük hizmet ve vatanseverliği de görülmüştür.
VE KURTULUŞ
Kurtuluş, Torosları aşan ve sayıları onlarla ifade edlin pekaz bir kuvvetin mücadeleye atılmasıyla başlamış ve Toroslardan kopan bir çığ gibi, Ovaya doğru indikçe büyümüş, gelişmiş, genişlemiş bütün Çukurovalıları içine almış ve birbirine çözülmez bağlarla bağlanan bir bütün olmuştur. Ve O güzel gün geldiğinde 3 Ocak 1922 Salı Mersin Bekirde, Yalınayak, Karacailyas'taki birliklerimiz sabah istasyona geldiler. Saat 10.30'da Muhittin Paşa, Hamit Bey ve mebusları Adana'dan getiren tren Mersin'e geldi. Kurbanlar kesilerek karşılanan heyet, Yanıkmektep mahallesindeki Fransız Askeri Komutanlığı karargahına geldi. Fransız bayrağı indirildi, Türk bayrağı çekildi. Devir teslim töreni yapıldı. Mersin Bölgesi komutanlığına Albay Şükrü Naili Bey getirildi.
Yapılan proğram gereğince, ADANA ve Bölgesi Kumandanı GENERAL MUHİTTİN PAŞA günün mana ve önemini belirten konuşmasını yaparken MERSİN BÖLGE KUMANDAN Vekili İ.FERAHİM ŞALVUZ tarafından şanlı Bayrağımız da karargah kapısı yanındaki direğe çekilmişti. Böylece Aziz şehitlerimizin kanlarından rengini alan AY-YILDIZ’lı AL RENKLİ Bayrağımız MERSİN Semasında TÜRK hakimiyetinin bir sembolü olarak ebediyen dalgalanmaya başladı.
MERSİN’de bulunan FRANSIZ Hey’etiyle görüşmelerini yapan Hey’etimiz teslim merasimini bitirdikten sonra 4 Ocak 1922 günü MERSİN Bölgesi Kumandanlığı’ndan çıkarılan bir merasim Kıt’asını iskelede yaptığı töreni müteakip son FRANSIZ kuvvetleri de MERSİN ve dolayısiyle ÇUKUROVA’dan ayrılmış oldular.